arda-12

“Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır”

Namık Kemal

Türk edebiyatı bünyesinde mektup türü ile alakalı çokça çalışma yapılmıştır. Ancak disiplinler arası çalışmalar düşünüldüğünde gerek felsefi gerekse de psikolojik bir bakış açısı ile okuyucusuna hem Tanzimat Dönemi hem de Tanzimat sanatçıları hakkında birçok bilgiler veren Tanzimat mektupları, bahsi geçen disiplinler temel alınarak irdelenmemiştir. Dönemin edebiyat ve toplumsal hayatına ışık tutan ilk elden kaynaklar olması hasebiyle Tanzimat mektuplarının, kaygı ile endişe kavramlarının sağlamış olduğu imkân ile değerlendirilmesi, dönemin ve dönemin birer mensubu olan sanatçıların hem felsefi hem de psikolojik unsurlarının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu sebeple Ahmet Metehan Şahin’in Paradigma Akademi yayınlarından 2022 yılında basılan çalışması olan, Tanzimat Dönemi Mektuplarında Kaygı ve Endişe başlıklı eseri söz konusu iki kavramı Tanzimat Döneminde yayımlanan mektuplar üzerinden ele alarak değerlendirmeye tabi tutması, Tanzimat Dönemi’ne ve Tanzimat sanatçılarına yeni bir bakış açısı getirmesi açısından dikkat çekmektedir.

Çalışmada, kaygı ve endişe kavramları mektup türü üzerinden ele alınmıştır. Yazar, Tanzimat neslinin mektup türüne olan yaklaşımları ile his, fikir ve hayallerini gerek felsefede gerekse de psikolojide adlarından sıklıkla bahsedilen; kaygı ve endişe kavramlarından yola çıkarak değerlendirmeye çalışmıştır. Yazar, böylece Tanzimat Dönemi ile sınırlı tuttuğu mektup türünü ontolojik/varoluşsal bir bakış açısı ile incelemeyi başarmıştır. Eser “Giriş” bölümü haricinde dört ana başlıktan meydana gelmektedir. Yazar, birinci bölüm olan “Endişe Kavramının Kuramsal Çerçevesi” başlığında; Endişe kavramının etimolojisi, anlamı, tarihi süreci ve teorik zemini ile endişeyle karıştırılan diğer kavramlar hakkında bilgi vermektedir. “Bir Anlatım Türü Olarak Mektup” ismini taşıyan ikinci bölümde ise edebî bir tür olarak mektubun hem dünya hem de Türk edebiyatındaki gelişim seyrinden bahsettikten sonra idealizm, endişe ve mektup kavramlarının aralarındaki ilişkiden bahsetmiştir. Eserin üçüncü bölümü olan “Varoluşa Giden Yolda İlk Eşik: Kaygı” başlığında da toplumsal bir duygu durumu olan kaygı kavramı temel alınarak Tanzimat Dönemi sanatçılarının mektupları çeşitli başlıklandırmalar ve sınıflandırmalar yapılarak incelenmiştir. Dördüncü ve son bölüm, “Varoluşsal Bir Farkındalık Olarak Endişe Gömleğinin Giyilmesi” başlığında yazar, varoluşsal bir kavram olan endişeden yola çıkarak Tanzimat Dönemi sanatçılarının eş, dost ve akrabalarına yazdıkları mektupları irdeleyerek değerlendirmeye çalışmıştır.

Yazarın ifadesiyle Tanzimat Dönemi, hem siyasi hem de toplumsal olarak karışık bir mahiyete sahiptir. Sanatçıların ise; Tanzimat Dönemi’nin getirmiş olduğu düalizm, ailelerinden ve ülkelerinden ayrılmış olmanın vermiş olduğu sıkıntı ile beraber hem kaygıya hem de endişeye kapı araladıkları tespit edilmiştir. Ayrıca yazarın endişeye ulaşırken kullandığı bazı kavramlar mevcuttur. Bunlar; ölüm, belirsizlik, özgürlük, varlık/yokluk ve gelecektir. Yazar, bu kavramların da yardımıyla Tanzimat Dönemi sanatçılarının gizli kalmış kaygı ve endişelerini açığa çıkarmıştır. Sonuç olarak bu çalışma ile birlikte Tanzimat Dönemi mektuplarının felsefi ve ontolojik bir bakış açısıyla değerlendirilebilmesinin mümkün olduğu yazar tarafından ispat edilmiştir. Böylece Türk edebiyatında mektup türünün farklı bir bakış açısı ile incelenmesinin önü açılmış edebî bir tür olan mektup türünün tarihi seyri ile Tanzimat Dönemi sanatçılarının duygu, düşünce, kaygı ve endişeleri alışılmışın dışında olan bir yöntem ile incelenerek meraklısına sunulmuştur. Son olarak Tanzimat Dönemi Mektuplarında Kaygı ve Endişe başlıklı çalışma, kendisinden sonra Türk edebiyatında yapılacak olan akademik çalışmalara ve araştırmalara kılavuzluk ederek çalışılacak dönem yahut kişilerin bilinmeyen ya da eksik bilinen noktalarını tamamlayacaktır. Aşağıda Mithat Paşa’nın iki çocuğu ile eşine göndermiş olduğu mektubundan kısa bir kesite yer veriyoruz. İyi okumalar dileriz.

“Bu mektubum belki en son mektubumdur. Çünkü önceki iki mektupta ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere bizim yemeklerimizi kesmekten ve mektuplaşmaya olasılık kalmamak için kalem ve kâğıtları bütün bütün kaldırıp bir baskı altına koymaktan amaç hepimizi birer birer zehirleyerek öldürmek yasanından olduğu ortaya çıktı ve girişime bile yöneldiler. On gün önce benim için, bizim uşak Arif’in bir zaptiye aracılığı ile aldırmış olduğu sütün içine ağı koymuş oldukları, Arif sütü pişirirken anlayıp deneyince ağılı olduğu anlaşıldı. Dört gün sonra Arif biraz et satın alıp ve pişirip odaya bırakmış iken geceleyin tenceresine ağı doldurmuş olduğu sabahleyin anlaşılarak döktürüldü. (…)  Belki de bu mektubum varmazdan önce ölüm haberini alırsınız. Bundan dolayı aşırı acı ve üzüntü, yerinme boşunadır. İnşallah büyük Tanrı günahlarımızın karşılığı olarak acıyıp bağışlayarak bir de bu yolda şehitliğe ulaştırırsa bundan büyük ergi olamaz.”