Fatih Terim gibi ağırlığı değil Galatasaray, Türk futbolunun üzerinde hissedilen bir ismin ardından görev üstlenmek zordu. Üstüne bir de hem ezberi iyi hem de topla oynama becerisi yüksek oyunculardan kurulu Hatayspor ile deplasmanda oynamak başka bir zorluktu. Domenec Torrent’nin, “7-8 maç önceden beri sizi izliyorum” açıklaması medyaya yansısa da direksiyona geçmek aynı şey değildi, kuşkusuz. Yine de 3-4 günlük çalışmada gördükleriyle bir kadro kurup ilk maçına çıktı. İsimler aynı, oyun biraz farklıydı. Savunmadan çıkışlar, Terim dönemindeki gibi yana, geriye, ‘top bizde kalsın da’ ağırlığında değil, aksine olabildiğince çabuk, dikineydi. Tabi ki, yine medyaya yansıyan “Kayıp top 5 saniyede alınacak” taktiği, ev sahibinin kayıp topları anında cezalandıracak kontra toplarına karşı işlemedi. Ancak, yine de dikine oyun sürdü. Kenarda bağıran çağıran el-kol hareketleriyle sahadakileri tribünün gözüne sokan birileri olmayınca, futbolcular daha özgür, daha kendine güvenle oynadılar.

İlk gol. Kaçan penaltı. Sonrasında ev sahibi baskısı, eşitlik penaltısı. Ardından Kerem’in piyasa değerine 5 milyon avro daha ekleyecek jeneriklik serbest vuruş golü… İkinci yarı da farklı değildi. Futbol oynamaya çalışan, karşılıklı pozisyonlar üreten iki takım… Ve skordan bağımsız, tempolu, keyifli bir oyun…

Ve Torrent… Yolun çok başında. Çözülmesi gereken çok sorun var. Ancak, Babel ve Arda’yı evde bırakıyorsa, takımı maç boyunca kaleciye pası düşünmüyorsa, dikine oyunu felsefesi yapıyorsa… Terim’in dediği gibi, ‘Tünelin ucunda ışık var”…