Ağustos ayı Türkler için zaferler ayıdır. 26 Ağustos da bu zaferler ayının en önemli günüdür. Çünkü 26 Ağustos önce Malazgirt Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı sonra da Büyük Taarruz Harekâtı’nın başladığı gündür. Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu’nun kapılarını doğudan batıya doğru ilerleyen Türklere açmış, yurt tutulmasına imkân vermişken Büyük Taarruz Harekâtı, Türkleri batıdan doğuya doğru sürmek isteyen emperyalist güçlere karşı ebedi Türk yurdu olarak kalışını sağlamıştır.

Tarihteki en önemli Türk devletlerinden biri olan Büyük Selçuklu Devleti kurulduğu andan itibaren oldukça hızlı bir şekilde büyümüş, topraklarını Afganistan, İran, Azerbaycan ve Anadolu yönlerinde genişletmiştir. Büyük Selçuklu Devleti, Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Sultan Alp Arslan dönemlerinde bir taraftan sınırlarını bu istikametlerde sürekli genişletirken diğer taraftan da aynı zamanda Türkler devamlı bir biçimde Anadolu içlerine doğru göç etmişler ve fetih hareketlerinde bulunmuşlardır.

Türkler Anadolu içlerine doğru göç edip fetih hareketlerinde bulundukları sıralarda 1048’de Erzurum’a, 1057’de Malatya’ya gelmişler, 1059’da Sivas’a girmişler, 1064’te Kars’a, 1067’de Kayseri’ye, Niksar ve Konya’ya ulaşmışlar, 1068’de bugünkü Afyonkarahisar il sınırları içerisinde bir antik kent olan Amorium’a, 1069’da Denizli’nin bir ilçesi olan Honaz’a varmışlardır. Ancak doğudan batıya doğru sürekli bir şekilde hareket hâlinde olan Türkler belirtilen yerlere kadar ulaşmalarına, buralarda fetih hareketlerine girişmelerine rağmen bu tarihlerde Anadolu kendileri açısından henüz güvenli şekilde oturulacak bir yer konumuna gelmemişti.

DÖNÜM NOKTASI

Anadolu’nun bu dönemlerde iskân için güvenli olmamasının en önemli sebebi Bizans İmparatorluğu’nun askeri gücünden kaynaklanmaktaydı. Bu sıralarda Selçuklu orduları göçebeleri himaye etmek amacıyla her zaman Anadolu seferine çıkamıyordu. Ancak yine de bu esnada yapılan göçlerin ve fetih hareketlerinin başlangıç dönemlerine göre daha düzenli ve denetimli bir şekilde sürdürüldüğü söylenebilir. Yapılan göçler ve gerçekleştirilen fetih hareketleri nihayetinde Büyük Selçuklu Devleti’ni Bizans İmparatorluğu ile karşı karşıya getirdi ve bir anlamda Malazgirt Meydan Muharebesi’nin asıl sebepleri böylece doğal süreçte oluşmaya başladı.

Bundan 950 yıl önce 26 Ağustos 1071’de cuma günü büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Alp Arslan komutasındaki Türk ordusu tarafından Romanos Diagones liderliğindeki Bizans ordusuna karşı kazanılan Malazgirt Meydan Muharebesi, Türk ve Avrupa tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisini teşkil etti. Malazgirt Meydan Muharebesi’ne kadar gelinen süreçte Anadolu’nun Türkler tarafından kademeli bir şekilde fethedilmesini engellemek isteyen Bizans İmparatorluğu çeşitli tedbirler aldı, ancak aldığı tedbirler Selçuklu Devleti ile Türkmenlerin toplu olarak hareket etmeleri neticesinde sonuçsuz bırakıldı. Malazgirt Meydan Muharebesi öncesinde Anadolu içlerine doğru yaşanan bu Türk ilerleyişini durdurmak hatta Türkleri Anadolu’dan tamamen atıp Selçuklu başkentini ve İslam ülkelerinin önemli merkezlerini istila etmek düşüncesi içerisine giren Bizans İmparatoru Romanos Diagones, büyük bir ordu ile sefere hazırlanıp Sivas’a kadar geldi. Buradan Sultan Alp Arslan’a bir elçi göndererek Anadolu’da fethettiği Ahlat, Erçiş, MaA DOÇ. DR . HÜSEYİN KALEMLİ lazgirt, Menbic gibi yerleri kendisine geri vermesi ve Türkmenleri Anadolu’dan çekmesi teklifinde bulundu. Teklifi kabul edilmediği takdirde büyük bir ordu ile hareket edeceğini bildirdi ve tehditler savurdu.

Aynı dönemde Fatımiler üzerine bir sefer yapmayı planlayıp Bizans İmparatorluğu’na yönelik herhangi bir hareket içerisinde bulunmayan Sultan Alp Arslan, Anadolu’daki fetih hareketleri için oldukça önemli olan bu yerleri iade etme isteğini kabul etmedi. Romanos Diagones’in teklifini reddetti, düşünmediği böylesi bir yeni gelişme karşısında Halep’te iken Mısır’a gitmekten vazgeçti ve Ahlat’a döndü. Eğer Diagones’in bu şekilde bir hareket tarzı olmasaydı Sultan Alp Arslan, Fatımiler üzerine yürüyecekti. Ancak şimdi durum değişmiş ve Sultan Alp Arslan geriye dönmek zorunda kalmıştı.

Sultan Alp Arslan Ahlat’a döndüğünde Romanos Diagones Malazgirt’e gelmiş ve daha önce sultanın fethettiği bu yeri geri almıştı. Üstelik Diagones, Sultan Alp Arslan’ın zaman kazanmak amacıyla kendisine gönderip barış teklifinde bulunduğu elçilerine de sert bir şekilde olumsuz cevap vermişti. Aslında Sultan Alp Arslan, Diagones’e elçi gönderirken bu teşebbüsüyle ordusunun azlığı dolayısıyla kesin sonuçlu bir meydan muharebesine henüz karar vermeden önce görünürde barış teklifinde bulunmak, gerçekte ise Bizans ordusunun durumunu öğrenmek istemişti. Öte yandan Sultan Alp Arslan durumun aleyhe gözükmesinden dolayı bir antlaşma yapmayı da düşünmüştü. İmparator Romanos Diagones, askerlerinin çokluğuna ve iyi teçhiz edilmiş olmalarına güvenerek Sultan Alp Arslan ile hiçbir müzakereye yanaşmadı. Hatta Diagones savaşı kazanacağına o kadar emindi ki Mısır, Suriye, İran ve Irak’a yanında bulunan komutanlardan valiler dahi atadı. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan da savaş hazırlıklarına başladı. Günler geçip 25 Ağustos 1071 tarihine gelindiğinde her iki taraf ordusu da bu günü tam bir savaş düzeni içerisinde geçirdi. Eğer bu savaşı Türk ordusu kazanırsa Anadolu yolunda önündeki en büyük engel ortadan kalkacaktı. Aksine kaybederse Anadolu yolu Türklere kapanacağı gibi tam tersine Mısır, Suriye, İran, Irak yolu Bizans’a açılmış olacaktı. Türk ve Bizans orduları 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt yakınlarında karşı karşıya geldiler. Beyaz giysiler giyip “Ölürsem kefenim bu olsun” diyen Sultan Alp Arslan, sayıca üstün düşman kuvvetleri ile savaşacak olan askerlerinin cesaretlerini artırmak için onlara cuma namazından sonra yaptığı konuşmada, bütün Müslümanların minberlerde zaferleri için dua ettikleri o anda kendini düşmanın üzerine atacağını, ya muzaffer olup gayesine ulaşacağını ya da şehit olarak cennete gideceğini söyledi. Askerlerinden kendisini takip etmek isteyenlerin peşinden gelmelerini, ayrılmayı tercih edenlerin gitmelerini istedi. Savaş meydanında emreden bir sultan ve emredilen asker olmadığını, kendisinin de onlardan biri gibi bulunduğunu, kendisini takip edenlerin ve nefislerini Yüce Allah’a adayanların cennete; sağ kalanların ganimete kavuşacaklarını, ayrılanları ise öbür dünyada ateş ve bu dünyada da kötülüklerin beklediğini dile getirdi.

TURAN TAKTİĞİ

Sultan Alp Arslan, cuma namazından sonra askerlerine yaptığı bu cesaretlendirici konuşmanın ardından eski bir Türk töresi gereğince atının kolanını sıkıp kuyruğunu bağladı, oku ile yayını bir kenara bırakıp eline kılıç ve topuzunu aldı. Diğer bütün komutanlar ile askerler de aynı şeyi yaptılar ve onu takip edeceklerini söylediler. Bu yolda üstünlük, sayı açısından Bizans ordusunda olsa da manevi açıdan Türk tarafında bulunmaktaydı. Bizans tarihindeki en büyük ordulardan birine belki de en büyüğüne karşı bu manevi üstünlük Türk muzafferiyetinin en önemli sebebi olmakla birlikte savaşın kaderini de değiştiren itici güç olacaktı. Belki de bu şartlarda savaşın kaderini etkileyecek en önemli şey buydu.

Bu şekilde iki ordunun birbirleriyle giriştikleri mücadelede Sultan Alp Arslan öncülüğündeki Türk ordusu, Bizans ordusuna karşı Türk savaş sanatının önemli taktiklerinden biri olan Turan Taktiği’ni uyguladı ve onu savaş meydanında çember içine aldı. Çember içerisine giren Bizans ordusu buradan kurtulmak için çaba gösterdiyse de başarılı olamadı ve gün boyu yaşanan savaşta ağır kayıplar vererek mağlup oldu. Ayrıca İmparator Diagones de yaralı hâlde esir edildi. İmparator esir olarak huzura getirildiğinde Sultan Alp Arslan kendisine bir savaş tutsağı gibi davranmadı, aksine ona bir hükümdara yaraşır şekilde muamelede bulundu.

Sultan Alp Arslan ve İmparator Romanos Diagones’in arasında birtakım konuşma ve görüşmeler gerçekleşti. Yapılan müzakerelerin sonunda iki taraf arasında bir barış antlaşması imzalandı. Sultan Alp Arslan yaptığı antlaşma ile Diagones’i kendisine karşı yükümlü bir hâle getirerek serbest bıraktı. Bu hareket Sultan Alp Arslan’ın siyasi açıdan da elini güçlendirecekti. Zira esir bir imparatorun Sultan Alp Arslan’ın elinde olması aslında ona çok da bir şey kazandırmayabilirdi. Ama kendisine karşı yükümlü olarak serbest bırakılması daha ziyade işine gelirdi. Ancak Diogenes yeniden Bizans tahtına geçemediği için bu antlaşmanın şartlarının hiçbirisini yerine getiremedi.

Malazgirt Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının çok önemli askeri ve siyasi sonuçları oldu. Zafer karşısında Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’daki üstünlüğü büyük oranda kırıldı. Anadolu’nun kapıları Türklere tamamen açıldı ve Türklerin Anadolu’yu yurt tutmaları süreci hızlandı. Savaşı takip eden bir iki yıl içerisinde Selçuklu kuvvetleri Anadolu içlerine ilerleyerek Ege ve Marmara Denizi sınırlarına kadar geldiler. Doğudan batıya doğru hızlı bir şekilde hareket eden Selçuklu kuvvetleri bu defa daha önceki tarihlerde olduğu gibi sadece akınlarda bulunmayıp fethettikleri yerlere yerleşerek Anadolu’nun bir Türk yurdu hâline gelmesi konusunda önemli adımlar attılar.

Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu içlerine uzanan Türk egemenliğinin temelleri de iyice atıldı. Elbette bundan önce de Türkmenler Anadolu’ya yerleşmekte idiyseler de bu tarihten sonra Anadolu artık daha büyük Türkmen gruplarının göçüne sahne oldu. Zaferin ardından Anadolu ve Türkistan arasında açılan göç kanalı tarihte orta yol olarak bilinen İpek Yolu’nun istikameti doğrultusunda bir yayılım alanı sağladı. Bu yol güzergâhından yaklaşık iki yüz yıl boyunca Oğuz Türklerinin büyük çoğunluğu Anadolu’ya göç ettiler. Gerçekleşen göç kısa zamanda ve toplu bir şekilde cereyan etmeyip kümeler hâlinde sürse de nüfus açısından büyük bir değişim meydana getirdi. İleride Türklüğün Anadolu’da hâkim unsur olmasını sağlayan bu istikamet, Moğol ilerleyişi sonrasında da Türk göçlerinin taşıyıcısı konumunda bulundu.

DENGELER DEĞİŞTİ

Malazgirt Meydan Muharebesi, Türk tarihi açısından olduğu kadar İslam tarihi açısından da önemli sonuçlar doğurdu. Çünkü bu iki devlet arasında yaşanan sıradan bir mücadeleden daha çok Hristiyanlık ve İslamiyet gibi iki büyük inancın da mücadelesiydi. Savaşın kazanılması ile Sultan Alp Arslan başta Abbasi halifesi olmak üzere, diğer bütün İslam devletleri hükümdarlarına birer fetihname yollayarak zaferi kendilerine müjdeledi. Zaferden haberdar olan İslam ülkelerinde büyük bir sevinç ortaya çıktı. Bilhassa zafer mektubu Bağdat’a ulaşıp halifelik ileri gelenleriyle, hilafet sarayı önünde toplanan halka törenle okunduğu zaman büyük şenlikler yapıldı. Halife ve Müslüman ülkelerin hükümdarları Sultan Alp Arslan’a elçiler yollayarak kazanılan zaferden duydukları sevinci bildirdiler. Dönemin ünlü şair ve edipleri Sultan Alp Arslan’ı öven kasideler kaleme aldılar. İslam tarihi noktasında Malazgirt Meydan Muharebesi’nin siyasi açıdan da önemli sonuçları oldu. Nitekim bunun üzerine savaşın ardından bölgede siyasi dengelerin değişmesi karşısında büyük bir telaşa kapılan Avrupa Hristiyan devletleri Hristiyanlığı korumak maksadıyla Bizans’a yardım etmeye karar verdiler ve Haçlı Seferlerinin hazırlıklarına giriştiler. Yani Malazgirt Meydan Muharebesi’nin kazanılması Haçlı Seferlerinin en önemli sebeplerinden biri oldu. Ancak kazanılan bu zafer Hristiyan dünyasının organize bir şekilde düzenledikleri Haçlı Seferleri ile mücadele edilmesine de önemli bir moral kaynağı sağladı.

MANEVİ GÜCÜMÜZ

Genel açıdan bakıldığında büyük Selçuklu tarihçisi Osman Turan’ın deyimi ile “Malazgirt Meydan Muharebesi ve zaferi manevi kuvvetlerin maddeye üstünlüğüne en güzel bir örnek olarak tarihe intikal etmiştir.” Sultan Alp Arslan savaş meydanına çıkarken ordusunun manevi gücüne, İmparator Romanos Diagones ise sayısal üstünlüğüne güvenmiştir. Sonunda da manevi kuvvet maddi yekûna üstün gelmiştir. Türkler bu şekilde fetih ve fütuhat yolunda ilerlerken kendilerine karşı koyacak en büyük engeli ortadan kaldırmışlardır. Bundan sonra Bizans’ın Anadolu’da Türklerin karşısına çıkacak doğru düzgün bir kuvveti kalmamıştır.

Malazgirt Meydan Muharebesi’nin tarihsel süreç içerisinde önemli bir imge olarak milli ve hatta dini boyuttaki önemi Türk milleti için yadsınamaz bir vakadır. Aynı zamanda Türk askeri yeteneğinin doruk noktalarından biri olmakla beraber savaş sonrası Bizans ile girişilen politik ilişkiler bakımından da Türk diplomasi tarihinin en incelikli olaylarından biridir. Bu minvalde Malazgirt Meydan Muharebesi’ni değerlendirirken dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise Anadolu yerel halkının da Türk hâkimiyetini tercih ederek Bizans’a karşı Selçukluları desteklemeleridir. Bu yönüyle Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu’nun Bizans döneminde uzun yıllar süren kargaşa dönemine son vermiş ve ortaçağ tarihinin seyri açısından huzur ve refahın başlangıç çizgisi olmuştur. Nitekim Malazgirt Zaferi sonrası Anadolu’da kurulan beylikler bulundukları bölgeleri mamur hâle getirerek siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamışlardır. Temelde de Malazgirt Meydan Muharebesi Büyük Selçuklu Devleti’nden Anadolu Selçuklu Devleti’ne, Anadolu Selçuklu Devleti’nden Osmanlı Devleti’ne, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne uzanan süreçte Türklerin varlık mücadelesinde en önemli halkalardan birini teşkil etmiştir.

Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında Anadolu’daki bin yıllık tarihlerinde burayı kendilerine yurt tutan Türkler vatanın her bir köşesine kendi kültürel özelliklerini en ince ayrıntısına kadar nakış nakış işlemişler, topraklarını kanlarıyla yoğurmuşlardır. Anadolu Türklükle, Türklük de Anadolu ile özdeşleşmiştir.