Rusya’nın Ukrayna işgalinin art alanında, büyük kriz ve savaşlarda işaret fişeği olarak kullanılan demografik gerekçelerin yer aldığı görülüyor. Rusya’nın tarihsel emelleri ve NATO tarafından çevrelenme korkusu, Donbass bölgesinin Rus çoğunluğunun haklarını koruma kılıfına sığdırıldı ve işgal hareketinin meşru temelleri irredentist bir zemine oturtuldu.

Yakın tarihteki Kosova, Bosna, Kırım krizlerinde ve cumhuriyetimizin kuruluşunun menfi gerekçesini yaratan, Osmanlı imparatorluğunun azınlık isyanları sonucunda sönümlenmesi gerçeğinde yine demografik hareketler başroldeydi.

Bugün cumhuriyetin 100 yaşına doğru ilerlerken, PKK ve siyasi enstrümanlarının başrol oyunculuğunu üstlendiği senaryo, savaşların ve müdahalelerin birçoğuna sebep teşkil eden etnik dinamizmden besleniyor.

“inkâr politikasının reddi, TV ve radyoda yayın” gibi birtakım hakların teslim edilmesiyle örüntülenen “masum” talepler, süreç içerisinde bölücübaşına af, anadilde eğitim ve demokratik özerklik gibi giderek üniter yapının yüklenemeyeceği azgın bir yığınağa dönüştü.

Türk üst kimliğinde kültürel çeşitliliğini bir medeniyet zenginliğine dönüştüren Türkiye’nin, etnik aidiyetlerin aşırılaşmış biçimlerinde senaryonun baş aşağı çevrilme potansiyelinde olması, unutulmaması gereken bir ülke gerçeği.

Birkaç ay önce Alman DW’sinde Çerkeslerin Türkiye tarafından asimilasyona maruz bırakıldığına dair propaganda haberi, ki bunu İP’in eski genel başkan yardımcısı Hasan Seymen de söylemişti, Türkiye’de kaşımaya müsait, elverişli bir zemin arayışının her daim kolaçan edildiğinin karinesiydi.

Savaştan kaçan milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin gösterdiği insaniyet ölçüsünün yarın demografik bir tehdide zafiyet oluşturmaması için de devlet aklı perspektifinden sapılmaması bir zorunluluk.

Avrupa’nın kendisine olan enerji bağımlılığını koza dönüştüren Rusya’nın, beklenen ekonomik yaptırımlara karşı önceden gardını alarak giriştiği bu oldubitti harekatı, Misak-ı Milli’nin natamam kalmış bölgelerini anavatanla birleştirmeye dair bir pencere açsa da bağrımızda büyüyen demografik dengesizliğin yarınki felaket senaryolarına dair distopik bir okumayı da akla getiriyor.

Etnik dalgalanmalar, ulus-devlet hücrelerini ele geçirmeye çalışan virüslerdir. Her virüs gibi amacına ulaşabilmesi organizmanın bağışıklık sisteminin zayıflayışına bağlı. Karşı ittifakın Post-Erdoğan senaryolarında, Pervin Buldan’ın deyimiyle “HDP’nin iktidar ortaklığına yürüyüşü”, ayrılıkçı virüsü devlet hücrelerine boca edecek bir planı saklı tutuyor.

Bu yüzden, Halk TV sunucusu Kadri Gürsel’in, “Ukrayna işgaline verilecek en iyi cevap Türkiye’de iktidar değişikliği” derken başvurduğu zihinsel okuma biçimi, Türkiye’deki etnik ayrılıkçı hareketin, muhalefetin sörf tahtasında zafer dansı yapmasını yadsıyan, sığ bir perspektif.

Üstelik Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’de demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözünü sarf edişinde, sadece sorumsuz siyasi dilin dışa vurumu değil, aynı zamanda kışkırtılmaya müsait alan arayışındaki çevrelere selam çakma girişimi var.

Beka meselesi boyutuyla kaleme alınan bu yazı elbette Rusya-Ukrayna krizinden çıkarılacak derslerin sadece bir kısmı. Fakat belki de en önemli kısmı. Siyasi bütünlük ve üniter yapı korunamadıktan sonra geriye kalan tüm anlatı, ikincil boyutta kalıyor. “Güçlü devlet” parolası, distopik ve ütopik tüm senaryoların kilidini açma kabiliyetinde. Fakat üzerine HDP gölgesi düşen ittifak, güçlü bir Türkiye yaratma kabiliyetinde değil.