Devlet, kabul edilmiş sınırlar içinde yaşayanlar üzerinde güç kullanma ve kontrol araçlarına sahip, millet, ülke ve egemen birlikteliğinden oluşan siyasi örgütlenmedir. Tanım doğrultusunda devlet kavramsallaştırmasının dile getirilmesinde özellikle üç unsurun (toprak, millet ve egemenlik) temel ilkeler olarak kabul edildiğini ifade etmek gerekir. Diğer taraftan düşünce tarihinde devlet üzerine yapılan analitik değerlendirmelere ve yukarıda ifade edilmiş türden tanımlamalara bakıldığında devletler çeşitli belirgin niteliklerle karşımıza çıkmaktadır. Lakin birbirinden farklı olan bütün medeniyet milletlerinin tarihsel tecrübeleri değişiklikler arz ettiğinden, bu nitelikler tanımlayıcı olsa da her niteliğe yüklenilen anlamlar farklılaşabilmektedir. Örneğin; millet olma duygusunu tarihsel tecrübenin bir çıktısı olarak ele aldığımızda Türk devlet geleneğinde devlet ve millet birbirinden bağımsız iki ayrı unsura, sonradan inşa edilmiş iki ayrı varoluşa tekabül etmez. Türk devlet geleneğinde devlet ve millet bir madalyonun iki yüzü gibidir. Biri olmadan diğerinin varlığı söz konusu değildir. Devlet, her koşulda milleti için çalışmak, çaba sarf etmek durumunda iken millet ise her zaman devletle el birliği içinde devlet-millet bütünlüğünü kalıcı hâle getirir. Bu bağlamda Türk devlet geleneğine göre, devlet ve millet bir bütünlük arz eder. Söz konusu bütünlük, gücünü devlet ve millet birlikteliğinden alır.

Medeniyet milletlerinin tarihsel tecrübesi her daim başarı hikâyelerinden oluşmaz, milletlerin yaşam öyküleri de insanların yaşam öyküleri gibidir. Bazen mutluluk, bazen hüzün insanoğlunun zamansallığının doğal sonuçlarıdır ve zaman/mekân içerisinde varlık kazanan devletler için de bu geçerlidir. Lakin başarı her daim mücadele eden liderlerin azminde ortaya çıkar. Bu bazen varoluş mücadelesi olarak zuhur eder, bazen bir kriz yönetimi şeklinde tecelli eder. Şartlar kimi zaman olumsuzluklarla karşılaşmaya yol açmaktadır ve her toplumun böylesi olumsuzluklarla karşılaşması da olasıdır. Önemli olan böylesi durumlarla mücadele edebilmek için nasıl bir duruşun sergilendiğidir. Bir bütünlüğün temel unsurları birbirlerine dayanak oluşturduğu zaman zorluklara karşı daha güçlü durulabilir. Türk devlet geleneğinde de devlet ve millet ahengi tarihsel bir gerçekliktir.  Yaşanılan bu büyük felaket ancak sağduyulu bir süreç yönetimiyle atlatılabilir. Bunun için de Türk devlet geleneğinin tarihsel devlet-millet bütünlüğünün bu gücüne ihtiyaç vardır.

Türk devlet felsefesinde en temel argüman, devlet ve milletin bir madalyonun iki yüzü gibi olduğudur. Devletin ve milletin birbirinden ayrılması siyasi, sosyal ve kültürel olarak da oldukça güçtür. Böyle bir ayrımın yapılması da doğru değildir. Türk tarihinde devlet ve millet olgusu bir enstrümanın ahengi gibi, bir melodi gibi varoluşsal bir karaktere sahiptir. Modern dönemde ulus-devlet yapısı devlet ve milleti doğal zorunluluklardan dolayı resmi üniformalarla ayırmaktadır ve bu hizmet sunumu için kaçınılmaz en doğru yöntemdir. Lakin milletlerin kan ve gen hafızaları vardır. Gerekli durumlarda karşılaşılan sorunun boyutunu sezgi olarak kavrayan Türk milleti hemen devlet olma gerçeğini günceller ve alana taşır. Bunun deprem bölgesinde yeniden dirildiğinin birinci dereceden şahidi olarak şunları dile getirmemiz mümkündür:

Depremin çok geniş bir alanda vuku bulması, yolların aksaklıklara neden olacak şekilde tahrip olması, ivedi karar alma süreçlerinde yaşanılan doğal sorunlar, yerel otoritelerin kendilerinin depremzede olmaları gibi elde olmayan sebeplerden dolayı meydana gelen boşluklar, hemen Türk milleti tarafından doldurulmaya çalışılmış, çok ciddi bir teşkilatlanmayla birinci dereceden ihtiyaçlar için yardım seferleri organize edilmiştir. Herhangi bir yetkili merciin çağrısını duymaya gereksinim hissetmeden millet, AFAD ve Kızılay ile iletişime geçmiş, afet bölgesinde ihtiyaç olacağını düşündüğü şeyleri hızlıca imece usulüyle tedarik ederek bölgeye yetiştirmiştir. Aşçı olmuş çorba kaynatmış, güvenlikçi olmuş talana müsaade etmemiş, sağlık personeli olmuş yaraları sarmaya çalışmış, enkazlardan moloz taşımış elini tarihin sorumlulukları bilinciyle taşın altına koymuştur. Yani Türk milleti Türk devleti olma hafızasını sadece korumakla kalmamış ve aynı zamanda uygulamış, uygulamaya da devam etmektedir. Deprem felaketinin meydana geldiği ilk andan itibaren devlet ve milletten oluşan bütünlük, tüm gücüyle elinden gelenin fazlasını yerine getirmeye çalışmaktadır. Bundan sonraki süreçte de aynı bütünlük, tarihsel hafızanın yüklediği sorumlulukla hareket etmeye devam edecektir. Elbette bunlar devletin ilgili kurumlarının koordinasyonunda, planlanan sevk ve idare çerçevesinde gerçekleşmiştir. Nitekim başta AFAD ve Kızılay olmak üzere diğer kamu kurumları ilk andan itibaren arama kurtarma, yardımları yönlendirme adına devletin varlığını göstermiştir.

Tarihsel süreçte Türk milleti, birçok zorluğa göğüs germiştir. Devlet ve milletin el birliği tüm zorluklara karşı güçlü bir duruş sergileyebilmemizi sağlamıştır. Bu topraklarda yaşayan tüm insanlar, bu bütünlüğü oluşturmaktadır. Herhangi bir yaranın acısını tüm vücudun hissetmesi gibi meydana gelen deprem felaketinin acısını da bütün Türk milleti derin bir biçimde hissetmiştir. Tarihsel hafızamız bize yaralarımızı devlet ve millet bütünlüğünün verdiği güçle nasıl sarabileceğimizi de hatırlatmaktadır. Türk milleti olarak sahip olduğumuz bilinçle bugüne kadar olduğu gibi yaramız ne kadar büyük olursa olsun bundan sonra da saracak, bu afetin de üstesinden hep birlikte gelebilecek olmamızdan hiç kuşku yoktur.