Düne bakarken, bu günü yaşarken ve yarını kurgularken büründüğümüz Türk’çe tavırla; memleketin nabzını tutacak TÜRKGÜN’de, bize düşen kelamdan merhaba!

Söylenmesi gereken çok şey var peki durup düşünmeye vakit var mı? Yoksa durduğumuz anda vakti kaçıracak mıyız belki de bu vakti kaçırdığımız anda asıl vakti hatırlayacağız işte söze tüm söylenecekleri serbest bırakacak bu düğümle başlayacağız…

Her işin hızla bitemediği ama bir anın bir asra bedel olduğu vakitlerden, bir saniyeye binlerce iş sığdırılan ama bir anın kıymetinin olmadığı vakitlere gelip çatmışız. Aidiyetlerimizden sürgün yemişiz, içimiz hasretten sancılı ama dinlemiyoruz ve duyamıyoruz kendimizi; sonra strese bağlıyor doktorlar, ilaçlar ruhu ekarte ediyor ve nihayet ruhumuz sustuğu sürece popüler kültürün en tatlı kölesiyiz. Yaşadığımıza inancımız sonsuz, her konuda fikir sahibi ve üretkeniz(!) halbuki fonda bir ninni var, ağzımıza her vakit başı bal çalınıyor, biz bizi bırakıp ilerliyoruz adım attığımız yerler bizim değil, çünkü ayak izlerimizden arıtılıyoruz. Bizim şahane ayrımımıza şahit olan parmak uçlarımız dahi ayırmakta güçlük çekiyor.

İşte tam da bu konuya dokunmadığımız sürece hiçbir konu üzerine parmak izi bırakamayız…

Gelişiyoruz dediğimiz noktada, durup baktığımızda, insanlık geliştiğimizi sandığımız yerden çok geride kalmış.. “sanki kara görünmüyor” Güncellenmesi gereken, aidiyetlerimiz var ve ruhumuz çağın yeni sürümüne ayak uyduramıyor. Konuşulması gereken tüm olayların evvelinde tartışılması gereken şu ki; biz hala biz miyiz, hatta gelişen sahiden biz miyiz, yoksa biz biz olmaktan çıkıp mı atlıyoruz çağları?

Elimizdeki televizyonun kumandasıyla, ekrana hakim olduğumuza inanıyoruz; peki ya ekran bize hakim olmuşsa? Biz televizyonun sesini açıp kaparken, içimizdeki insanlığın kumandasını yitirmişsek, sesi kısılmışsa ruhumuzun? Bir ekran karşısında dünyanın tam ortasındayız. Akşam haberleri her geçen gün kan donduran canilerle müşerref ediyor bizi.. Kutsal bildiğimiz ne varsa aklımızdaki yerinde zelzele yaratan haberler görüyoruz. Çocuklarımız ölüyor, geleceğimiz katlediliyor.. Binlerce olay, akşam haberlerinden taşıp sabah şekeri olarak karşımıza çıkıyor bir de.. Bizler de sabahları kahvemizi alıp bu vahşet ilanını, el birliğiyle izlemeye koyuluyoruz… Sonra sadece seyircisi olduğumuz olaylardan insanlık dersi veriyoruz, üstümüze düşen insanlıktan bi haberken.. Memleket parçalı psikopat günler geçiriyor…

Her duyulan haber, içimizdeki insanlığa bir balyoz darbesi indiriyor. Günlük selamlaşmaları bıçaklayan, şüpheler ekildi aklımızın sinir uçlarına.. Bizi kendimize kendi elimizle kapattılar, şahit olduğumuz her yeni olay bir kilit daha vurdu insanlığımıza; çağ açıp çağ kapatan, tarihe sığmayan bizlik şuuru, tahtını kocaman “ben”lere kaptırdı… Kısacık ömrünü vatana verip, görmediği torununun huzurunu düşünen atalardan; kendi huzuru için keyfini bozmayan, altından çekilen vatan’ı görmezden gelen şuursuz bir gençlik türedi.. Evlatların düğüne gider gibi kınalanıp cepheye yollandığı bu memleket semalarında, “etliye sütlüye bulaşma, ülkeyi sen mi kurtaracaksın(!)” sözleri yankılanıyor, analar artık yer yer memlekete evlat yetiştirmiyor… Vatan Bayrak Ezan nirengisindeki muhabbetler siyasi sayılıyor, ahde vefadan bir haber, inanılmış her şeyi bir namlunun ucuna koyup göğsümüze fırlatan bir üslupla “ben siyasetle ilgilenmiyorum” cümlesiyle karşılaşıyoruz ve hayretlere gark oluyor aklımız. Halbuki içimize işlenen tek bir şey var maziden bugüne, bu günden yarına ulaştırmayı dert ettiğimiz;

Vatan bilinmeyen topraklarda yaşamak, yaşamak değildir! Bayrak dalgalanmayan göklere bakmak hürriyet değildir! Ezan yankılanmayan semanın altında buluşmak, bir olmak değildir! Birbirine kör bakmak, biz olmadan yan yana durmak, saf tutmak değildir! Bir başkasına dokunduğu noktayı görmeyen sınırsız özgürlük, özgürlük değildir! Aidiyetleri yok sayıp, yapay bir akıma kapılmak benlik değildir!

Aidiyetlerimiz tam olarak bizi biz yapan tılsımı yaradılışımızın, ama çağın çarpık tanımları gelişim diyerek bizi biz olmaktan çıkarmaya meyil etmiş, dizginsiz atlar ruhumuzu bilinçsizce biçiyor, en verimli tarlalarımız nadasa kalmış…

Söylenecek tüm sözlerin evvelinde düşünmeye koyulursak; namlular ahlaka doğrulmuş, çarpık bir hürriyet tanımı ile aidiyetleri zincir saydırıyorlar, varlık kodları erozyona uğruyor ve ruhlar arayış içersinde buhrana kapılmakta, nihayetinde insanlığın gören gözü mühürleniyor ve bizi bizden koparan olaylara şahit oluyoruz güvenimizi topallıyor, haliyle vicdanımız paslanmakta ve aşımıza şüphe katılıyor. Çağ insanlık için gelişirken, insanlık gelişen çağa kalmıyor…

Ve beden çağ curcunasında koşar adım bizliği aşarken, ruh nefes nefese geride kalıyor… Bir soluklanıp ufkumuza bakalım, “çizilmiş ufuklarda kara görünmüyor”; girizgahı ve teminatı olsun hissemize düşen kelamların..