Böl, parçala, yönet dönemi bitti

Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun güney topraklarının maddi ve manevi mirasını İngiltere ve Fransa’nın cebine indirdiği bir talan sözleşmesiydi. Osmanlı topraklarını cetvelle bölüp kendi çıkarlarına göre haritalar çizdiler. Fransa, mandater yönetimle Suriye’yi beş ayrı yönetim birimine ayırdı ve emperyalizmin kadim taktiği olan “böl, parçala, yönet” formülünü uyguladı. Batı için en büyük kazanç, İslam coğrafyasını bölünmüş, iç savaşlara mahkûm, siyasi istikrarsızlık içinde sürekli tutabilmekti.
Bu planın en kritik aşamalarından birisi de İsrail’in adım adım kurulmasıydı. Sykes-Picot Anlaşması'nın bir sonucu olarak şekillenen Balfour Deklarasyonu ile Yahudi yerleşimcilerin bölgeye akını sağlandı. Yıllar sonra İsrail bölgenin başına musallat edilen bir garnizon devlete dönüştü. Filistin topraklarının işgal edilmesi, emperyalistlerin bölgeye yerleştirdiği bu ileri karakolun güvenliğini sağlamak için sürekli savaş stratejisini beraberinde getirdi.
Senaryonun bir sonraki perdesi Irak’ta sahnelendi. Amerikan güçleri, Irak’a müdahale etti ve çekiç güç adı altında kuzeyde otonom bir Kürt devleti kurdu. ABD ve Batı, ne zaman bir İslam ülkesine el atsa geriye parçalanmış sınırlar, kan ve gözyaşı kaldı. Çünkü emperyalistlerin bölgedeki varlık sebebi, barış ve huzur değil; sürekli bir çatışma düzeni inşa etmekti.
Ancak bugün bölgesel olarak tarihi bir dönüm noktasına yaklaşıldı. Türkiye, PKK’yı bitirme sürecini tamamen kendi iradesiyle başlattı ve bu süreç, Suriye’nin kuzeyinde ABD ve İsrail güdümünde kurulması planlanan sözde Kürt devleti projesini de çöpe attı. Terörün bölgedeki son kalesi, Türkiye’nin kararlı politikalarıyla yerle bir edilmek üzere.
Abdullah Öcalan’ın PKK’yı feshetme ve tüm silahlı unsurlara silah bırakma çağrısının ardından, PKK’nın Suriye uzantıları Suriye Devlet Başkanı Ahmet El Şara ile müzakere etmek zorunda kaldı. Bölünme, ayrışma, otonom bölge talepleri olmaksızın, ayrı bir silahlı yapı oluşturmadan Suriye ile bütünleşme anlaşması imzaladılar.
Tabii ki bu süreç takip edilecek. PKK’nın Suriye uzantılarının bu anlaşma metnine uyup uymadığı denetlenecek. Burada asıl mesele, bu uzlaşmanın gerçekten Öcalan’ın mektubuyla mı yoksa ABD’nin yeni bir planı doğrultusunda mı gerçekleştiğidir. Eğer süreç, ABD’nin yeni bir hamlesiyse Türkiye’nin baskısı devam edecek ve bu oyunu da boşa çıkaracaktır.
Bununla birlikte Türkiye’nin iç ve dış terörle mücadelede geldiği aşama bu sonuçlardan bağımsız bir başarı hikâyesidir. Esad yönetimi altında ülkenin kuzeyini PKK’ya devreden Suriye’nin de terörden arındırılma sürecine girmesi, bölge halklarının kaderlerini kendilerinin tayin etme noktasına geldiğini gösteren kritik bir adımdır.
Bazen süreci anlamak için sonuçlara bakmak yeterlidir. Masada kim var? Bölgeyi parçalayanlar mı yoksa birleştirenler mi? Türkiye ve Suriye’nin geleceğini şekillendirecek bu büyük kararların bölünme değil bütünleşme, ayrışma değil birleşme odaklı olması tesadüf değil. Çünkü masada Batı emperyalizmi yok!
Ne zaman ki bölgenin kendi aktörleri, birbirine Batı’nın gözlükleriyle bakmaktan vazgeçerse, emperyalizmin bölgedeki hükmü sona erer. Bugün yaşanan tam da budur.