Darbe yalanı…
İBB’nin başarısızlıklarını gün yüzüne çıkaran kim varsa “kumpasçı” ilan edildi.
İmamoğlu’nun çapsızlıklarını ortaya döken herkes “montajcı” olmakla suçlandı.
CHP bu kolaycılığı, tırnaklarıyla hizmetsizliğin zirvesine tırmanmış İBB Başkanı’nı tekrar aday gösterdiği seçim kampanyasında kullandı.
Ekrem İmamoğlu “yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat ve teröre yardım” suçlamaları neticesinde tutuklanınca da aynı yola başvurdu.
Yine mağdur edebiyatına sığınıldı, yine hakikatlerin üzeri palavralarla örtülmeye çalışıldı.
***
Seçim kampanyası boyunca İmamoğlu’nun İstanbul’un çilesi trafik sorununa ne gibi çözümler ürettiği sorgusuna “kumpas” cevabı verilmedi mi?
Deprem riskiyle karşı karşıya kalan konutların kentsel dönüşümünü gerçekleştirmek için hangi somut adımların atıldığı sorusu “montaj” denerek geçiştirilmedi mi?
Sosyal belediyecilik namına dar gelirli kaç ailenin derdine derman olunduğu merakı hem “kumpas” hem de “montaj” söylemleriyle savuşturulmadı mı?
Peki, dünle bugün arasında bir fark var mı?
***
Dün seçim çalışması adı altında ortaya konan tiyatroda sahne nasıl mağdur edebiyatıyla açılıp kapandıysa bugün de aynı senaryo yeniden sahnelenmeye başlandı.
Üstelik yalnızca replikler değil, figüranlar bile aynıydı.
İmamoğlu’nu aklamanın yolunun mağduru oynamaktan geçtiği zannedildi.
Dün başarısızlıkların karşısına nasıl örnek bir hizmet konulamamışsa, bugün de ciddi suçlamalara tek bir makul yanıt üretilemedi.
Görev süresi boyunca İstanbul’a bir çivi dahi çakmamış oldukları gerçeğinin üzerini yalanlara sarılarak örtmeyi başaranlar, aynı yöntemle suçlarının da görünmez olacağını sandı.
***
Bu örtbas stratejisi, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının hemen ardından Özgür Özel’in işaretiyle devreye alındı.
Özel, “Bugün milletin iradesi bir yargı darbesiyle elinden alınmak istenmektedir” dedi.
O günden bu yana “darbe” kelimesi adeta bir parola gibi ağızlardan düşmedi.
Besleme gazetecilerden, yemlenen sosyal medya trollerine kadar herkes bu kelimeyi papağan gibi tekrarlamaya başladı.
Oysa daha soruşturmanın içeriği bile tam bilinmiyordu.
Özgür Özel’in “Kimsenin kafası karışmasın. Olan bitenin bir adı var. Bir darbe girişimidir, 19 Mart darbe girişimidir” sözlerinden sonra “19 Mart Darbe” yalanı organize bir propagandaya dönüştü.
***
Gerçekleri gizlemek, dosyaları sulandırmak için yargıyı zan altında bırakmaktan başka kolay ne vardı?
İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalara cevap vermek yerine sürekli hedef saptırıldı.
Aslına bakarsanız bu tavrın ardında içine düşülen derin çaresizlik yatıyordu.
İBB’nin kaynaklarının yağmalanmadığını, belediyede rüşvetin kol gezmediğini, ihalelerin yandaşlara peşkeş çekilmediğini kim kanıtlayacaktı?
Ne elde vardı, ne avuçta...
Suçlamaları çürütecek tek bir belge mi bulunuyordu?
***
CHP’lilerin şikâyetiyle başlayıp yine CHP’lilerin itiraflarıyla dalga dalga büyüyen iddialarının karşısına konacak bir gerçek vardı da, Özgür Özel mi kullanmadı?
Ortada adalete hesap vermekten kaçmak için masal uydurmaktan başka bir çare yoktu.
Yani…
Darbe demek kolaydı.
Gerçeklerle yüzleşmek zordu.