Suçsuzluk karinesi bağlamında MHP ve Ülkücü kuruluşların büyük mücadelesi

YAYINLAMA:
Suçsuzluk karinesi bağlamında MHP ve Ülkücü kuruluşların büyük mücadelesi

Arvasi’ye göre bir toplumun ayakta durabilmesi için sadece hukuki normların değil, dinsel, ahlaki birtakım normların da varlığı şarttır. Bu normların birbiriyle uyumlu, milli kültüre ve medeniyetimize uygun olduğu ölçüde başarıya ulaşmaktadır. 

“Arvasi’nin kastedilen ve üstünlüğüne vurgu yapılan hukuk ise, asırlık milli tecrübelerden süzülerek milli vicdanlarda makes bulan, milleti oluşturan tüm fert ve zümreleri kucaklayan, milletin benimsediği ve yaşattığı kültür ve medeniyete ruh veren yüce bir düzenden başkası değildir. Milli demokrasinin merkeze aldığı ve üstünlüğüne inanç beslediği hukuk, milli vicdana ters düşmeyen ve dolayısıyla başka milletlerin hukuklarından kopya edilmeyen hukuktur. Demokrasinin ilkeleri olarak kabul edilen “hukukun üstünlüğü”, “milli egemenlik” ve “ilmin rehberliği” gibi ilkelerin, milli demokrasi bağlamında ele alınması zorunludur.”

Görüldüğü üzere hukuk, milli ve kültürel değerlere uyan, onunla eş güdümlü ilerleyen, bu sebeple Türk-İslam ahlakını içinde barındıran bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekilde oluşturulan yasalar, vatandaşın hukuka olan güvenini artırmakta ve vatandaşın içinde kuşku uyandırmamaktadır. Çünkü böyle bir sistem içerisinde Hukukun Temel İlkeleri ve Prensipleri de her kesime göre farklı yorumlanmayacak ve Devlet Aklı ve Toplum Ahlakı içinde analiz edilecektir. 

Bugünkü yazımızda da bu sözü geçen ilkelerden “Suçsuzluk Karinesi”nin toplumdan, yasa koyucudan, yıllardır süzülüp gelen mücadelelerden oluşan hak arayışının nasıl sekteye uğratılmaya çalışıldığını göstermeye çalışacağız. Günümüzdeki birçok olayda Suçsuzluk Karinesini elinde maşa edenler, istediği yönde kullanmaya çalışanlara karşın bizler bu yazımızda onun gerçek anlamını ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne hizmet eder yanını ele alacağız. 

Suçsuzluk Karinesi, bir kişinin mahkeme kararınca suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçlu olarak ilan/itham edilmemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Aksi halde kişiler normal düzen içerisinde herhangi bir iftira veya sonucu daha belli olmayan durumlar yüzünden üzerlerine yapışan bir damgayla yaşamak durumunda kalacaklardır. Bu durumun önüne geçebilmek adına böyle bir karine öngörülmüştür fakat Hukuk alanındaki diğer kurumlar ve kavramlar gibi bu karinenin de içi bazı kesimler tarafından boşaltılmaya çalışılmaktadır. Bazı kesimler ise çeşitli terör suçlarından dolayı haklarında soruşturma başlatılan bazı şüphelilerin ifadeleri, deliller ve kanıtlar kişi ya da kişilerin o suçu işlediği yönünde oluştuğu halde ya da kovuşturmanın sonunda verilen hükme rağmen suçu işlemedikleri, bunun Devletin bir yanılgısı ve iftirası olduğu varsayımına dayandırmaktadırlar. Bunu yaparken de Suçsuzluk Karinesini kullanmayı tercih ederler. MHP Genel Başkanımız, Bilge Liderimiz Sn. Devlet BAHÇELİ’nin belirttiği gibi: “Hukuk, hayatın gerisine düşerse toplumsal buhran kaçınılmazdır. Gerçekte hayatı yapanlarla hukuku yapanlar aynı kişilerdir. Yapanın yanına yaptıkları kâr kalırsa, o halde herkes kendi ölçüsüne göre adaleti sağlama peşine takılacak, bu defa da devletin temelleri sarsılacaktır. Türk- İslam Medeniyetinin özünde ahlak ile hukuku ayırt etmek mümkün değildir.”

Bunun yanında her kesim Suçsuzluk Karinesini sadece kendi lehine işlediği halleri kabul etmektedir. Bir başkasına uygulanan prosedürleri, kanunu kendi kesimi için uygulanmasına yanaşmamaktadır. Günümüz örneklerine baktığımızda MHP ve ÜLKÜ OCAKLARI’na karşı başlatılan sistematik kumpaslarda MHP'nin birçok kademesindeki isimleri ve bir tüzel kişilik olarak Milliyetçi Hareket Partisi'ni sanık sehpasına koymaya çalışan zihniyetler soruşturmanın başından itibaren suçluları belirlemişçesine kolları sıvayarak işe başlamıştı. İlk günden itibaren MHP'yi basının önüne çıkaran, bu isimleri teker teker her gün sosyal medya araçlarıyla duyuranlar; buna çanak tutanlar acaba "Suçsuzluk Karinesi" kavramının varlığından haberdar mıydı? Yoksa sadece kendi lehlerine olduğunda kullanıp kendi aleyhlerine olduğunda görmemeyi, duymamayı mı tercih ediyorlardı?

Bu kesim; sadece "Suçsuzluk Karinesi" ve belli başlı ilkeler özelinde değil; işlerine gelmediğinde Hukuku tamamen hiçe saymaktadırlar. Bunun akabinde kendi başlarına bir olay geldiğinde yargıya hiçbir şekilde güven duymadıklarını hal ve hareketleri, söylemleriyle belirterek çağ dışı bir şekilde kendi davalarını kendileri görme yolu gibi yüzyıllar öncesinde uygulanan ve bir daha geri dönülmemesi adına uğraşılan sistemlere geri dönmektedirler. Ekrem İmamoğlu hakkında başlatılan soruşturmanın ardından Özgür Özel'in sürecin başından itibaren vatandaşı sokağa çağırması bu örneklerden sadece biridir.

Aynı durum Sinan Ateş hakkında olduğunda Partimize her şeyin açık bir şekilde yapılmasını, soruşturmanın gizliliğinin kaldırılmasını ve ayan beyan her yeni gelişmeyi televizyondan takip etme istediklerini her seferinde dile getirmişlerdi. Aynı öneri MHP Genel Başkanımız, Bilge Liderimiz Sn. Devlet BAHÇELİ tarafından Grup Toplantısı'nda ifade edildiğinde ise büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Halbuki aynı teklif kendileri açısından dile getirilmişti.

Bununla birlikte günümüzde yaşanan yangınlarda sahada ilk gördüğümüz isimlerin hep Ülkü Ocakları’ndan olması bizlere göstermiştir ki; değil insanı doğadaki nefes alan tüm canlıları kurtarmak için canını ortaya koymaya çalışan kutlu davanın mensuplarının adının cinayetle anılması abesle iştigaldir.

Sonuç olarak ister adına Suçsuzluk Karinesi deyin ister Adil Yargılanma deyin; bu kavramlar ne kişilerin ne de kurumların elinde oyuncak edilemeyecek kadar önemli ve yıllar süren Hukuki mücadelelerin ürünüdür. Kişiler geçicidir fakat Devlet kalıcıdır ve süreklidir. Devletin devamlılığı ise her bir Türk Genci'nin isteği ve hedefinde olmalıdır. Bu kapsamda bu ilkelerin Devletin sürekliliği açısından doğru ellerde korunabilmesi için gerekli ve hatta hayatidir. Bu noktada Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ’in aşağıdaki sözleri aklımıza gelmektedir:

“Gençliğimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete, yalancılığa karşı büyük bir savaş.”

“Türk Töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur. Vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır. Millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler. Türk Milleti'nin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz...”

SANIK SANDALYESİNE OTURTTURULARAK DARAĞACINA GÖNDERİLEN SERDENGEÇTİLERİN AZİZ HATIRASINA…

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...