Dün Gazze, bugün Lübnan, peki yarın?
İsrail, geride bıraktığımız yıl Hamas bahanesiyle Gazze’de katliamlar yaparken Hizbullah bahanesiyle de Lübnan’a ağır bombardımanlarda bulunmuştur. 26 Kasım 2024’te Lübnan konusunda ateşkes sağlanmış, ancak tıpkı Gazze’de olduğu gibi burada da İsrail ateşkesi bozmaya yönelik eylemlerde bulunmuştur. İsrail, bir süre sessizliğin ardından ise 10 Ekim 2025 tarihinde sağlanan ateşkesle (he ne kadar ateşkes ilan edilmiş olsa da mevcut aşamada İsrail’in buna uymadığı açıktır) beraber bu kez de hızlı bir şekilde rotasını tekrar Lübnan’a çevirmiştir.
Gazze’de ateşkese rağmen soykırımı sürdüren İsrail’in Lübnan topraklarına yönelttiği saldırılar, bir “savunma refleksi” değil; bölgesel güç mücadelesinin yeni bir evresine geçişin işareti olarak değerlendirilebilir. Zira Gazze konusunda varılan ortak mutabakatla beraber İsrail yönetiminin üzerindeki baskı artmıştır. Siyonist rejimin kapıldığı panikle Hizbullah bahanesiyle Lübnan’da giriştiği eylemler, esasında bölgesel güvenlik denklemini kendi lehine yeniden inşa etme çabasıdır.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği, özellikle sivil altyapının hedef alınmasını uluslararası hukuk ihlali olarak nitelendirirken; Washington yönetimi, Tel Aviv’e olan koşulsuz desteğini sürdürmekten geri durmamaktadır. Kendisini barış hamisi olarak nitelendiren ABD’nin bu tutumu, sadece bölgede değil, küresel kamuoyunda da ciddi tepkilere neden olmaktadır. Çünkü Gazze’den sonra Lübnan’a yönelik saldırılar, konunun bir “savunma operasyonu” olmadığı, aksine süregelen bir işgal mantığının genişletilmiş versiyonu olduğu gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır.
İsrail’in yaptığı saldırılar henüz tam anlamıyla istikrarlı bir yapıya kavuşamamış ve iç gündemiyle alakalı meselelerle yoğun şekilde uğraşmak durumunda olan Lübnan’ın yapısını daha da kırılgan hale getirmektedir. Kuzeyde açılan yeni bir cephe İran’ın da bölgedeki faaliyetlerini hızlandırabilme potansiyelini yükseltmektedir. Tahran yönetiminin, Hizbullah’la olan bağlarına bakıldığında Lübnan’daki her İsrail saldırısının, İran’ın vekil unsurlarını daha aktif hale getirebileceği görülmektedir. Kuvvetle muhtemeldir ki geçtiğimiz yıllarda yaşanan İran-İsrail gerilimlerinin bir yenisinin vasat bulması da tabii sonuç olacaktır. Durum sadece ikili bir eksenden ziyade bölgesel çatışma riskini artırmaktadır. Şayet Gazze’deki ateşkesin sürdürülebilirliği sağlanmazsa, Lübnan saldırıları durdurulmazsa ilerleyen süreçte bu Siyonist azgınlığın yaydığı ateş Suriye, Irak ve Yemen’i de içine çekebilecek bir potansiyeli barındırmaktadır. Diğer yandan Sudan’da yaşanan gelişmeleri de bu konulardan bağımsız değerlendirmemek gerekir. Zira iki gündür yaşanan vahim olaylarla ilgili İsrail ve ABD etkisinin olduğu yönünde iddialar bizzat Sudanlı bazı isimlerce dile getirilmektedir.
Sonuç olarak, İsrail’in Lübnan saldırıları, Orta Doğu’da arzulanan barış iklimini adeta dinamitlemekte, kısa vadeli ve hayali güvenlik kazanımları bölgeyi ateş çemberine almaktadır. Görünen o ki İsrail diplomatik girişimlere, ateşkeslere uymamıştır, uymayacaktır. Artık tüm insanlığın geleceği için sert ve katı tedbirlerin alınması kaçınılmaz hale gelmiştir.