ABD-İsrail-Yunanistan ortaklığı
Doğu Akdeniz’de son yıllarda giderek belirginleşen jeopolitik hat; enerji, güvenlik, ticaret ve ekonomiyi de kapsayan geniş bir stratejik çerçeveye oturmuştur. ABD–İsrail–Yunanistan üçgeni, hem bölge hem de küresel siyaset açısından dikkatle tahlil ve takip edilmek durumundadır. Bu ortaklığın temelleri geçmiş yıllara dayanmakla birlikte, 2024–2025 dönemindeki askeri tatbikatlar, diplomatik açıklamalar ve savunma anlaşmaları, denklemi hiç olmadığı kadar görünür kılmıştır.
ABD’nin İsrail’e sağladığı koşulsuz stratejik destek, Gazze savaşının ardından hem bölgesel hem de küresel düzeyde tartışmalara yol açmakta, ancak Washington’ın Ortadoğu’daki güvenlik mimarisini hâlen İsrail üzerinden şekillendirmeye çalıştığını açık etmektedir. Bu süreçte Yunanistan’ın öne çıkışı ise tesadüfi bir durum değildir. Atina, hem coğrafi konumu hem de ABD desteği ile giriştiği kendi kapasitesini aşan savunma yatırımlarıyla bölgede İsrail ile ABD arasında bir “lojistik köprü” rolünü üstlenme gayreti içerisine girmiştir. Girit’teki Suda Üssü, ABD’nin bölgesel stratejisi açısından kritik bir merkez hâline gelirken, Yunanistan’ın İsrail’le imzaladığı savunma işbirliği anlaşmaları, iki ülkenin ilişkilerini taktik düzeyden stratejik düzeye taşımaktadır. Geride bıraktığımız günlerde Yunanistan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (KYSEA), İsrail'den 36 adet Puls çoklu roketatar alımı için 691 milyon euroluk bütçeye onay vermesi bu durumun en somut örnekleri arasına girmiştir.
İsrail açısından Yunanistan, hem diplomatik alanda ABD desteği ile Avrupa kıtasında nefes alanı sağlayan bir ortak hem de savunma teknolojilerinin Avrupa pazarında da sergilenmesi adına işbirliği fırsatı sunan bir müttefik niteliği taşımaktadır. Son yıllarda gerçekleştirilen ortak hava savunma tatbikatları, İsrail’in Yunan hava sahasını bir “operasyonel laboratuvar” olarak kullanmaya başladığını göstermektedir.
ABD cephesi ise bu üçgeni, bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etme çabasının bir aracı olarak görmektedir. Washington, enerji koridorlarının güvenliğini bahane ederek bölgesel hâkimiyetini pekiştirmeyi, deniz ulaştırma hatlarının korunması söylemiyle de askeri varlığını meşrulaştırmayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda Yunanistan’ı öne çıkarması, Atina’yı bir müttefikten ziyade ABD politikalarının taşeronu hâline getirme girişimi olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail’in askeri kapasitesi ise Washington’ın bölgeyi baskı altında tutmak için kullandığı stratejik bir güç çarpanı niteliği taşımaktadır. Özellikle Kızıldeniz’de Husi saldırılarının artması, ABD’nin bu gelişmeleri fırsata çevirerek İsrail’le kurduğu askeri koordinasyonu daha da derinleştirmesine zemin hazırlamış, küresel lojistik akışların güvenliği söylemi, ABD’nin bölgesel nüfuzunu artırmak için kullandığı örtülü bir gerekçe hâline gelmiştir.
Diğer yandan bu üç ülkenin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde yürüttüğü faaliyetler Türkiye ve Kıbrıs Türklüğünün egemenlik haklarını doğrudan hedef almaktadır. Oysaki hem ABD hem Yunanistan hem de Türkiye NATO üyesidir. Bu çerçeveden bakıldığında da Yunanistan’ın tüm savunma, politika ve taarruz sistemlerini Türkiye’ye karşı konuşlandırma gayretinin ve bu çabalara ABD’nin verdiği desteğin arka planında hangi karanlık emellerin olduğu iyi anlaşılmalıdır.
ABD–İsrail–Yunanistan hattının Türkiye’yi bypass eden enerji haritaları ve “stratejik çevreleme” projesi kapsamında bir gündemi takip ettiği anlaşılmaktadır. Yunanistan’ın zaman zaman bu ittifakı Türkiye karşıtı bir diplomatik zemine taşımaya çalışması da dikkatle izlenmesi gereken bir gelişme niteliği taşımaktadır. Bununla birlikte, bölgedeki artan belirsizlik ortamı Türkiye’nin vazgeçilmezliğini de hatırlatmaktadır. Ne ABD’nin ne İsrail’in ne de Yunanistan’ın, Türkiye’nin hak ve menfaatlerini görmezden gelerek hatta bu egemenlik haklarını ihlal etme girişimlerinde bulunarak bir yere varması mümkün değildir. Bu durum faydadan ziyade en büyük zararı yine kendilerine verecektir.