Çok kutuplu dünya düzeni ve Türkiye
Uluslararası sistem, tek merkezli güç dağılımının çözülerek çok kutuplu bir yapıya evrildiği bir dönemden geçmektedir. Bu dönüşüm süreci, yalnızca küresel güçleri değil, stratejik konumu, askerî kapasitesi ve diplomatik hareket kabiliyetiyle öne çıkan tüm aktörleri de doğrudan etkilemektedir. Türkiye, tam da bu kırılma noktasında, Çift Başlı Selçuklu Kartalıyla anlamını bulan dış politika yaklaşımıyla küresel denge mekanizmalarının merkezinde yer almaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin “denge kurucu bir güç” olduğu tüm çevrelerce daha iyi anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi tedariki, son dönemde gündeme gelen tartışmalara da bakıldığında; söz konusu tercihin, yalnızca teknik bir savunma alımı olarak değil, aynı zamanda stratejik anlamda çok taraflı ve kendi milli çıkarları doğrultusunda bir girişim olduğunu ortaya koymaktadır. Uzun yıllar boyunca sözde müttefiklerimizin yanlı, dengesiz ve özellikle de milli güvenlik hassasiyetlerimizi zedelemeye yönelik tutumları devam eden süreçlerdeki ihtilafların temelini oluşturmuştur. Bu bağlamda bakıldığında da Türkiye, güvenlik ihtiyaçlarını ertelemenin ulusal riskler doğuracağı kanaatiyle hareket etmiştir. Bu karar, Ankara’nın güvenlik politikalarını başkalarının siyasi önceliklerine göre şekillendirmeyeceğini ortaya koymuştur.
S-400 meselesinin ardından F-35 programından çıkarılma sürecimiz ise, Türkiye-Batı ilişkilerinde derin bir güven bunalımını açık etmiştir. Türkiye, bu projede yalnızca bir alıcı değil, aynı zamanda üretim ve tedarik zincirinin önemli bir parçası konumunda bulunmuştur. Buna rağmen siyasi gerekçelerle alınan kararlar, askerî iş birliğinin teknik mantığını gölgede bırakmıştır. Bu durum, ittifak ilişkilerinde karşılıklı güvenin ne derece aşındığını gözler önüne sermiştir. Kaldı ki burada da yine aynı çevrelerce ikili bir tutum sergilenmiş, S-400 alımıyla Türkiye CAATSA yaptırımları çerçevesinde değerlendirilirken, S-400’leri satın alarak aktif hale getiren Hindistan ise bu kapsamın dışında tutulmuştur.
Ancak Türkiye’nin bu süreçte izlediği politika, sıklıkla iddia edildiği gibi Batı’dan kopuş anlamına gelmemektedir. Aksine Türkiye, çok kutuplu sistemde kendi tercihlerini ortaya koyan, uygulayan ve manevra alanını kendisi belirleyen bir politik yaklaşımı takip etmektedir. NATO üyeliğini sürdüren, Avrupa ile ekonomik bağlarını koruyan ve aynı zamanda Rusya, Asya ve Orta Doğu ile çok boyutlu ilişkiler geliştiren bir Türkiye profili vardır ve olmak zorundadır. Bu yaklaşım, bloklar arası savrulma değil, bilinçli, dengeli, gerçekçi ve küresel koşullarla uyumlu bir politikanın tezahürüdür.
Türkiye, çok kutuplu dünya düzeni içerisinde edilgen değil etken, söz dinleyen değil sözünü dinleten bir ülke olarak merkezî bir rol üstlenme iradesini ortaya koymaktadır. Türkiye artık kendisine biçilen rolleri kabullenen değil, kendi rolünü tanımlayan, denge tarafı değil denge kurucu olan bir aktör olarak konumlanmıştır. İzlenen bu politika tereddütsüz, esnetilmeden kati şekilde sürdürülmek zorundadır.
Bu bağlamda Türkiye-Rusya-Çin’den müteşekkil TRÇ ittifakının ivedi şekilde hayata geçirilmesinin ehemmiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.