Kanûnî Sultan Süleyman döneminin en önemli gelişmelerinden biri 481 yıl önce, Eylül 1538’de yaşandı. Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetini sona erdirmek isteyen Malta, Venedik, İspanya, Portekiz ve Ceneviz güçleri, Papa 3. Paul’ün girişimi ile bir Haçlı Birliği kurmuştu. Zira Osmanlı, birçok adaya bayrağını dikmiş ve Akdeniz’de tartışmasız en büyük askerî güç konumuna erişmişti. Haçlı ittifakı, bunun devamını engellemek istediyse de Haçlı’nın hesabı tutmadı. Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Yunanistan’ın kuzeybatısında yer alan Preveze yakınlarında Hristiyan ülkelerin kurduğu ittifak donanmasına karşı kesin bir zafer kazandı. Preveze Zaferi ile asırlar sürecek Akdeniz’de Türk hâkimiyeti mühürlenmiş oldu.

Aradan yaklaşık beş asır geçti. Türkiye yine bölgede yaşanan gelişmelere dikkat kesilmiş durumda. Türkiye’nin Akdeniz’de haklı ve güçlü olduğunu gören kıyıdaş ülkeler, Türkiye’nin Akdeniz’deki hareket sahasını daraltmaya çalışıyor. Akdeniz’in ticaret ve enerji için taşıdığı stratejik önemi çok iyi bilen Batı ülkeleri; Mısır ve İsrail gibi ülkeleri de yanına almak suretiyle KKTC’nin varlığını hiçe saymak ve Türkiye’nin çıkarlarına kafa tutmak pahasına, bölgede Türk karşıtı bir ittifak kurmaya kalkışıyor. Ne var ki bu hesabın da tutmayacağı, Türkiye’nin bölgedeki hâkimiyetini kaybetmeyeceği ve oldubittilere müsamaha göstermeyeceği her gün biraz daha netleşiyor.

Kıbrıs’a ait doğal kaynakları gasbetmek ve birilerine peşkeş çekmek için kurulan Türkiye karşıtı ittifak, sismik araştırma ve sondaj gemilerinin bölgeye intikal ettirilmesi ile ciddi bir şekilde uyarılmıştı. Kıbrıs’a ait olan kaynakların sanki o adada sadece Rumlar yaşıyormuş ve adanın tek sahibiymiş gibi Güney Kıbrıs tarafından gasbedilmesine müsaade edilmeyeceği de böylelikle ortaya konmuştu. Türkiye karşıtı ittifak, Brüksel’e güvenip hasmâne girişimlerine devam edince, Türkiye bölgede dengeleri sarsacak daha büyük bir hamlede bulundu.

Libya ile imzalanan anlaşma ile iki ülke arasındaki deniz yetki alanları sınırlandırıldı. Akdeniz’de KKTC’nin ardından ikinci bir ülkeyle imzalanan sınırlandırma anlaşmasıyla, Türkiye’nin yetkisinin hangi noktaları kapsadığı, dolayısıyla hangi alanda başka bir ülkenin yetkisinin tanınmayacağı BM nezdinde meşru bir anlaşma ile dünyaya ilan edilmiş oldu. Yunanistan ve avanesi endişeye kapılıp Brüksel’in kapısını çaldıysa da uluslararası hukukun verdiği bir hakkın AB tarafından alıkonması gibi bir ihtimal olmadığı, Libya ile akdedilen anlaşmanın kim ne derse desin geçerli ve yürürlükte olduğu bir gerçek.

Son bir gelişme daha var ki, Türkiye’nin imkân ve yeteneklerinin hiç de sınırlı olmadığı bir kez daha gösterilmiş oldu. KKTC Bakanlar Kurulunun geçen hafta aldığı kararın ardından Türk donanmasına ait insansız hava araçlarının Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığına tahsis edilmesi ve ilk İHA’nın dün itibarıyla Geçitkale Havaalanı’na ulaşması, bölgedeki Türk karşıtı bloklaşmaya “gözümüz üstünüzde” demenin bir yolu olarak görülmeli. 

Ankara, Kıbrıs’ın bekâsını ve refahını Türkiye’nin güvenliği ve menfaatlerinden ayrı düşünmedikçe ve millî çıkarlarını temin etmek için tüm hasım devletlere karşı kararlı duruşundan taviz vermedikçe Akdeniz’deki Türk egemenliğini sınırlandırmak kimseye nasip olmayacak. Akdeniz’e gönderilen gemilerimizden birinin adının Preveze Zaferi'nin komutanı Barbaros Hayrettin Paşa olmasının asla bir tesadüf olmadığı da unutulmamalıdır.