Mecnun… Asıl adı Kays.

Leyla’ya vurgunluğu ile nam salmış bir âşık…

Şimdi biraz duralım… Leyla ile Mecnun gerçek bir aşk hikâyesidir.

Bu hikâyeyi en güzel şekilde yazan da hiç şüphesiz Büyük Türk Şairi Mehmed Fuzuli’dir. Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden sonra kendisinden istenen bu eseri kaleme alan Atamız Fuzuli mesnevi tarzında yazdığı bu manzume ile şiirin zirvelerine çıkar…

Hikâyeye göre Kays ile Leyli daha ilkokul çağlarında birbirlerine âşık olur. Çocukluk çağlarının bu aşkı kısa sürede herkesçe duyulur. E tabii ki bu durum Leyla’nın ailesinin de kulağına gider.

Aile Leyla’yı okuldan alır… Bu sebeple aşk yıllarca uzaktan uzağa devam eder. Sevgiliden uzak olma hali, yani “hasret” Kays’ı çılgına çevirir ve Mecnun olup çöllere düşürür… Leyla’nın maddi varlığından uzakta aşkını “sıdk” yaşar.

Mecnun bu aşkı öyle yaşar ki Fuzuli Atamızı bu hicranı şöyle dile getirir;

“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni

Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni.”

Bu sırada Leyla başka bir adamla evlendirilse de kendini muhafaza eder. Bir süre sonra eşi ölen Leyla da Mecnun’u bulmak için çöllere düşer.

Fakat Mecnun O mecnun değildir artık. Leyla Mecnun’u bulduğunda O Leyla’yı tanımamış, namaz kıldığı yeri göstererek “Sen Leyla isen O kim?” diyerek aşkta başka bir merhaleye ulaştığını ifade eder…

***

Kays’ın yani Mecnun’un yaşadığı bu sevda öyle bir sevdadır ki sadece aşk edebiyatımızın değil, tasavvuf literatürümüzün de simge anlatımlarından biri olur. “Leyla ile Mecnun” hikâyesi aslında “maddeden manaya, gerçekten hakikate ulaşan bir insan seyridir”... Bu sebeple de asırlardır unutulmadan anlatılır durur.

Tasavvufta bilhassa Semerkand, Buhara ve Yesi menşeili yani “Türk Tasavvuf” ekollerinin tanımladığı “Fena Makamları” Leyla ile Mecnun hikâyesinde merhale merhale kendisini bulur.

***

Fena; tasavvuf literatüründe “yok olma, varlığını eritme” manasına gelir. Hikâyede de Mecnun aşkın ilk hallerinde evvela “Leyla’da yok olur, varlığını önce Leyla’da yok eder”. Mecnun için Leyla’dan başka her şey maddeler dünyasına hapsolmuş birer taş veya maden yığınından ibarettir. O’nun için her şeyden önce Leyla gelir, her şey Leyla’yı hatırlatır ve her şey; bütün güzellikler ve iyilikler Leyla için olmalıdır.

Büyük düşünürümüz ve edebiyatçımız Peyami Safa’ya göre bu durum bir “kaybolma ve erime durumu” değil, bilakis “emrine girme, hizmetinde olma” makamıdır. Bu noktada “sevdiğinde kaybolan ve eriyen seven ile sevilen arasında artık maddi bir farklılık yoktur. Bu aşamada artık seven ve sevilen bir bütün haline gelmiş ve seven sevilenin hayrından başka bir şey düşünemez olmuştur.

‘Benim aklım hep Türkiye’dir’ 

Merhum Dündar Taşer’in üzerinde durduğu en önemli kavramlardan biri olan “fena fi’d-devle” şuuru da tam isabetle bu aşamayı açıklar.

Türk Devlet Geleneğinde ve Felsefesinde devlet adamlarının, devlette kaybolma; varlığını her türlü makam ve ihtirastan soyutlayarak, Allah için milletin hizmetinde ve devletin emrine olma şuuru gerçekten de bu kavramı karşılamaktadır. Çünkü Türkler Devleti Allah’tan bilir.

Tarihimizde ve destanlarımızda “devlet kurmak için ve devleti yaşatmak için” mücadele veren bütün liderlerde bu yükselişi görebiliriz. Mete Han, Bumin ve İstemi Kaanlar, Bilge Kaan ve Kültiğin kardeşlerde; Çağrı ve Tuğrul Beylerde ve Sultan Sancar’da hep devlete aşk ile bağlanıp bu yolda Allah için milletin hizmetinde olmayı buluruz.

Türkistan’dan getirdiğimiz binlerce yıllık devlet geleneği ve felsefesi Anadolu yaylasında da değişmemiş hatta tekâmül ederek “Fena makamının en üst seviyelerine kadar çıkmıştır”...

Anadolu’da Osman Bey’den bu yana müteselsilen yükselerek devam eden devlete aşk ile bağlanma yüz yıl önce de Atatürk’ de yeniden kendini göstermiş “devleti yaşatmak için” her türlü makam ve çıkar bir kenara itilerek muazzam bir irade ortaya konuştur.

Başbuğ Türkeş’in “Emanet olan davayı kucakladım. Hiç arkaya bakmadan tereddütsüz hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum” diyerek Türk devletinin bekası için hayatı pahasına ve hayatının sonuna kadar mücadele etmesi de aslında bu aşkın “fena fi’d-devle” makamındaki tezahürüdür.

Ve Muhterem Liderimizin “Benim aklım hep Türkiye’dir” ifade-i şahaneleri de “devlette kaybolma ve devletin hizmetinde olma” durumunun hal beyanıdır.

Bilhassa Liderlik dönemine rastlayan “Türkiye üzerine oynanan küresel oyunlara karşı direnişi, ihanet odaklarına karşı mücadelesi, Ülkücü Hareketi yekvücut devlet ve millet hizmetinde tutması; Mağduriyetleri, mahkûmiyetleri ve mahrumiyetleri aşarak Türkiye’yi 2023 Lider Ülke Türkiye Ülküsüne taşıması hep bu aşkın tezahürüdür.

Lider Bahçeli’nin gelecek tasarımı ve bu tasarımın gerçekleşmesi yönündeki gayreti; Devleti kuran iradeyi temsili, milleti yaşatan değerleri gündemde tutması ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti için her türlü makam ve mevkiden vazgeçip hizmet etmesi O’nun Türk Devlet Aşkı’nın makamını da ortaya koymaktadır.

Evet O’nun Aklı Hep Türkiye’dir. En kötü durumlarda güvenilecek ve inanılacak tek akıl da O’nun aklıdır.

Bazılarımız Türk Devletine ve Türk Milletine bu denli aşkla ve bu makamdan bağlı olanları anlayamayabiliriz. Normaldir, çünkü mevhibedir, herkese nasip olmaz.