“Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb” (Mehmed Fuzuli)

***

Çekilen bunca cevr-ü cefayı başka bir kavramla anlatamaz ya da başka bir karşılık bulamazsınız…

Hayatların “başkalarının umursamadığı” değerler için verildiği, ömürlerin “banane, beni ne ilgilendirir” diyenlere “rağmen” zindanlarda geçirildiğini düşünsenize…

Ya da boş verin siz, hiç düşünmeyin, ne gereği var şimdi…

Zaten onlar taşıyorlar taşıyabildikleri kadar yükü omuzlarında... Zaten onlar çekiyorlar bunca derdi yüreklerinde… Düşünseniz ne olacak düşünmeseniz ne?

İyisi mi siz açın o tek gözlü deccal kıvamlı iletişim harikasını, kurulun karşısına şöyle, izleyin o pek bi önemli olayların akıp gittiği, ten kafesine hapsolmuş bireylerin dizilerini…

İzleyin o hayal perdesini, İzleyin!...

İzleyin bir türlü sizin ve sizden olamayan aşkların ve hayatların hikâyesini…

***

Gerçek aşkları ve âşıkları sorarsanız bir gün yahut da merak ederseniz eğer ‘nerededirler’ diye, önce kapı komşunuza bir bakın, sokağınızdan veya mahallenizden birinin tam da yüzüne…

Bugüne kadar fark etmediğiniz o adamlarda, eski zaman aşklarının bugün hala yaşayan ve yaşatılan yüreklerini görürsünüz, inanın…

Siz umursamasanız da, siz ‘banane’ deseniz de onlar, sizin olanların tutkunları, size yakışacak olan değerlerin de Kara Sevdalılarıdırlar…

***

Vatan, millet ve mukaddesat âşıkları mitolojide pek yer almasalar da, sevdaları öyle alımlı çalımlı filmlere-dizilere konu olmasa da Destanlaşan bir Aşk Hareketi’nin mensuplarıdırlar…

Yaşadığımız şu madde çağına temelden aykırı olan bu adamlar yüreklerini ellerinde bir çiçek gibi bizlere sunmak için tutarlar, tutarlar da alan bulunmaz.

Zamane işte anlamaz, alamaz bu yüreği, tutup bir çiçek gibi yakasına takamaz…

Ne gam! Onlar için pek de önemi yoktur hani… Sevenle sevilen arasında kimsenin bilmediği bir şekilde seyreden bu aşk hikâyesi asırlardır böyle sürüyor zaten…

Bir tarafı hasret ve gurbet diğer tarafı ise hüzün ve hazandır.

***

Vuslatın olduğu yerde “aşk” olmaz derler… Kavuşmanın olduğu yerde çok şey biter, göçer, gider derler. Bundan olsa gerek bizim “Aşk Kahramanlarımız” bir türlü vuslatı yani “Şeb-i arus” u göremez, bir ızdırap çemberi içinde aşk ile yanar dururlar…

Yanar da ateş olmaz, ateş tutmazlar…

Herkes aydınlansın diye ışık, herkes ısınsın diye de bir ocak olurlar…

 “Aşk derdiyle hoştur, doktordan ilaç istemez” onlar… Dertlerine çare “aşktır” yine “kahrın da hoş lütfun da hoş” diyenlerdir onlar…

***

Bu adamların karnelerinin öyle oy pusulaları ile verilemeyeceğini öğrenmiş olmalısınız… Kazansalar da kaybetseler de hep aynıdırlar çünkü hiç değişmezler… Aşık!

Siz de biliyor ve tanıyorsunuz onları saklamayın lütfen. Hani o kimsenin olmadığı, herkesin demeyelim de hani çoğunluğun kafasını yere eğip geçtiği yerde “nerede bu Adamlar ya hu, gelip şu olumsuzluğu düzeltsinler” diye arandığınız, “olmaları gerekirdi, şimdi buradaydılar” diye haykırışlar içinde davetiye çıkardığınız o adamlar var ya işte O Adam’lardan söz ediyorum.

Kapı komşunuzdan, akrabanızdan… Mahallenizde, sokağınızda, çarşıda pazarda tanış olduklarınızdan… Çocukluk ve okul arkadaşlarınızdan veya meslektaşınızdan…

Sizi, değerlerinizi ve mukaddesatınızı hiç terk etmeyeceğini çok iyi bildiğiniz bu Âşıkları küstürmeyin bence.

Hoş, küsecekleri de yoktur hani. Başta da yazdık ya “onlar aşk derdiyle hoş” iken derman istemezler…

İç dünyalarında hüzünle yaşar, dertle kavrulurlar da bunu size sezdirmezler lakin sessizce yanlarına yanaştığınızda teypten şu hüzünlü şarkıyı duyarsınız;

“Izdırap çemberi sardı beni kolların

Cezasını çekiyorum sana âşık olmanın”…