Kıymetli okurlarım, bu haftaki yazımda “makam” kelimesinden bahsetmek istiyorum. Makam, bir “mevki” belirtir. Arapçada ise “ayakta durmak” anlamı da taşımaktadır. Türkçeye buradan girmiştir. İnsan, tabiatı gereği malı sever. Sonra malı sevdiğinden daha çok makamı/makamları sever. Çiftçi ise avluda traktörünü, ahırda sarı kızını, ağılda koyununu, keçisini sever. “Çiftçi toprağını sever.” Çiftçi makamdan daha çok mallarını sever. Çünkü “çiftçi için toprağı, traktörü ve hayvanları sosyal ve ekonomik olarak mevkiden daha etkilidir.”

Çiftçinin hele ki makam koltuğu hiç olmamıştır. “En bilindik makam koltuğu, orta konfora sahip traktörünün koltuğudur.” Çok fazla rahat da değildir. Sallanmanın yanında hop oturur hop kalkar. Çiftçi koltukta oturamaz, ayaktadır. Âdeta kendisine makam kelimesinin Arapça anlamını (ayakta durmak) seçip almıştır.

“Çiftçinin gurur kaynağı vardır.” Beygir gücü büyük (mümkünse çift çeker) yeni bir traktör, işlediği toprak alanı, hasat sonrası çıkan ürünleri, ahır ve ağılındaki hayvanların sayısı, bir de çocuklarının okuyup tarlada, ahırda, ağılda bir işin ucundan tutması (yaz tatillerinde de olsa babasının yardımına koşması) gururlandırır.

Dünyadaki her şey gibi; sahip olduğumuz ve/veya olmaya çalıştığımız makam ve mevkiler de gelip geçicidir. Ayrıca “makamlar üstünlük sebebi de değildir.” Makam ya da mevki gelirken, yanında birtakım sorumlulukları da beraberinde getirir. Bulunduğumuz mevkilerin geçici olduğunu aklımızda tutup, kısa, orta ve uzun dönemli planlamalar da yapmalıyız. “Makamlar insanları yüceltmek için değil, insanlar makamları yüceltmek için çalışmalıdır.”

Bir makama sahip olduğumuzda her zaman mütevazı olmalıyız, ulaşılmaz, erişilmez olmamalıyız. Özellikle kendimizi vazgeçilmez zannetmemeliyiz. Bunu en iyi anlatan “mezarlıklar kendini vazgeçilmez zannedenlerle dolu” cümlesidir bence. “Makamlar kalıcı, insanlar ise gelip geçicidir.” Hiçbirimiz de bulunmaz Hint kumaşı değiliz!..

Günümüzde makam sahibi (kamu, özel, televizyon, gazete, sosyal medya, STK vs.) birçok kişinin içine düştüğü en büyük vahim hata, “bulunduğu konumla yetinmemek” durumudur. Şimdiki konumuna nasıl geldiğini bir anda unutup, ışık hızıyla daha bir üst konuma nasıl geçerimin planları içinde olan insanlar…

“Taşradaki en küçük bürokrasiden başlayan yükselme hırsı Ankara bürokrasine dâhil olma hevesiyle süsleniyor.” Bu heves zinciri sadece kamuda değil her yerde fazlasıyla var maalesef...

Bütün enerjimizi sahip olduğumuz makam ve mevkiye harcamamız gerekirken, bu enerjimizi bir üst makama geçiş yolunda harcıyoruz. Hevesimiz o mevkiye gelinceye kadar, geldikten sonra en kısa zaman sürecinde ben de yaparım moduna geçiyoruz. Sonra işimizi gücümüzü bırakıp, araya adam sokmalar, eş, dost, tanıdık aramalar, bir üst makama geçmek için her türlü siyasi veya idari başvurmalar, sosyal medyada abartılı derecede görünmeler…

Hiç düşünmüyoruz ki bu makamı layıkıyla yapabilir miyim? Makamın hakkını verebilir miyim? Ya da benden daha birikimli, donanımlı insanlar da var mıdır diye?

Makam bağımlılığı tıpkı madde bağımlılığına benzer. Aralarındaki fark, burada bağımlılık yapan madde değil, makamın kendisidir. Kişi, sahip olduğu güç ve imkânlarla; başkalarının, makamından dolayı kendisine gösterdiği hürmet ve ilgiyle kendinden geçer, âdeta havalanır. Bu ilginin devam etmesi için her şeyi yapar. Aynen madde bağımlısı kişinin madde bulmak için her yolu mübah görmesi gibi… Bunları belirtirken “liyakatli makam sahibi, işini hakkıyla yapan bürokratlarımızı unutmayalım.” Benim derdim, tarımın her bir kolunda bu liyakat sahibi bürokratlarımızın sayısının artmasıdır. “Makam hırsı ve koltuk sevdası olmadan, hayatı güzel ve çalışarak makamları yücelten insanlara selam olsun!”

Son söz: Fani dünyada hepimiz gelip geçeceğiz; önemli olan bir iz, bir hoş seda bırakabilmektir. Tabiatın güzel canlılarından biri olan salyangoz gibi, toprakta ya da yaprakta iz bırakmaktır.