Tarımla ilgili mevzular genellikle sıkıcı gelir insanlara. Oysa tarım; bir devletin çiftçiyle, toprakla, ürünle; dolayısıyla tüm yurttaşların kurduğu ilişkinin niteliklerini en dolaysız ortaya koyan bağlamdır. Hatta tarımda neler olup bittiğine bakarak o ülkeyi kimlerin, nasıl yönettiğini de bulabilirsiniz.

Bugüne kadar köşemde; siyaha “siyah”, beyaza “beyaz” demek/diyebilmek gayreti içinde her zaman olmaya çalıştım. Yani doğruya “doğru” yanlışa “yanlış” diyebilme… Zaman zaman Türk tarım politikası nasıl olmalı diye yazdım, uygulamadaki eksiklikleri ifade ettim. Zaman zaman tarım bakanlığının yaptığı güzel çalışmalara yer verdim, sektörle ilgili gelişmelere kaleme almaya çalıştım.

Amacımızın öncelikle kendi nüfusumuzu yeterli, sağlıklı beslemek, güvenli gıdaya güvenilir şekilde ulaşma ve tüketmeyi daha sonra da fazlası ihraç etmek olmalıdır dedim. İnsan, hayvan fark etmeksizin yaşayan her canlıyı müşteri olarak gören küresel aktörlere dikkat edilmesini istedim.

Ülkemizde eğitimli insan kaynağını verimli kullanalım, yerli tohumumuzu üretelim, yeni gen kaynaklarımızı üretelim, nüfusun beslenme sorununa çözüm olacak, ihracat yapıp ülke ekonomisine katkıda bulunacak bir tarım sistemine yani “Milli Tarım Politikası”na ve “Milli Tarım Eğitim Sistemi”nin oluşturulmasına, kronikleşmiş sorunlarımızın çözümüne acil ihtiyacımızın olduğunu buradan haykırdım.

Anlaşılan sesimizi ve tespitlerimizi sadece baş tacımız ve memleketin efendileri olan köylümüz, çiftçimiz-üreticimiz duymuş ki, mektupları (mesajları) ile dertlerine çare aramaya başlamış.

“Sevgili Alparslan, hem ziraat mühendisi hem tarım yazarı hem de bir çiftçi çocuğu olman biz çiftçilerle aynı dili rahatlıkla konuşabilme imkânı sağlamıştır. Akademik düşünceleri ve çalışmaları sahaya yansıtman, uygulamaya çalışman bugünlerde biz çiftçilerin özlemle beklediği bir durumdur. Her zaman çiftçinin yanında olan, tarım sektörüne destek veren TÜRKGÜN gazetesi ailesine bir çiftçi-üretici olarak ayrıca teşekkür ediyorum. 

5/3/2024 tarihli “Tarım Sektörü Neden Büyümüyor” yazını okuduktan sonra düşündüm ve bu konudaki fikirlerimi seninle paylaşmak istedim.

Sevgili Alparslan, öncelikle ekonomik büyümenin üzerinde durmamız gerekir. Ekonomik büyüme genel olarak üretim hacminde dönemler itibariyle meydana gelen artış olarak tanımlanabilir. Yani biz üreticiler için bu bütün giderlerimizi karşıladıktan sonra kalan kazancımızla üretimimizi arttırmak için yapacağımız yatırımlar ve planlamaların bir bütünü diye tanımlayabilirim. Ancak esas buradaki soru işareti işte tam bu noktada ortaya çıkıyor.

Bizlerin sahip olduğu işletmeler maalesef çok büyük bir girdi enflasyonu baskısıyla yüzleşiyor. Bütün üretim girdilerimiz aralıksız yükselmeye devam ediyor. Bunları kısaca değinmek gerekirse gübre, akaryakıt, elektrik, işçilik ve tarımsal ilaçların fiyatları durmaksızın yükseliyor. Aynı zamanda tüm üreticilerimizin devam ettirmek oldukları yaşam enflasyonu da hızlı bir şekilde yükseliyor.

Ancak gelgelim üreticilerimizin ürettiği ürünlerin fiyatlarında (burada üreticilerimizin ürünleri sattığı fiyatları temel alarak bu hesaplamanın yapılması gerektiği söylemeliyim) bu tür bir artış yok. Aslında tüketicilerimiz bu ürünleri her geçen gün çok daha pahalıya tüketirken maalesef bu artışın kaynağı üreticilerimiz değil! Çünkü ürünler el değiştirdikçe enflasyonun etkisi maalesef fiyatlara ciddi şekilde yansıyor.

Bu iki durum bize konunun durumunu hemen özetliyor. Bir yandan girdiler artarken, diğer yandan kazançlarımızda aynı artış olmuyor. Yani kâr marjları azalıyor, anlayacağımız dilde enflasyon karşısında eriyor. Bizler için bu kâr marjlarındaki azalma işletmelerimizin sağlıklı bir şekilde büyümesinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Çünkü bizler kâr marjlarındaki azalma durumunda ilk olarak yatırımları askıya alarak olağan sistemi döndürerek var olan sıkıntıların geçmesini bekleriz ya da küçülerek bu zorluklara göğüs germeye çalışırız.

Sevgili Alparslan, işte tarımsal üretimin küçülmesinin nedeni tam olarak da bu. Bizlerin büyümeye, yatırım yapmaya, daha fazla üretmeye devam edebilmek için sermaye karlılıklarımızı korumamız ve arttırmamız gerektiği noktasındayken, bunu yapamadığımız gibi tam tersine işletmelerimiz kapanıyor, üretimlerimiz azalıyor, üreticilerimiz para kazanamadığı ürünlerden hızla uzaklaşıyor.

Tabii ki bizleri desteklemek için Tarım bakanlığı tarafından yapılan pek çok çalışma var. Ancak bu çalışmalar yeterli değil! Eğer yeterli olsaydı tarımda büyüme devam ederdi. Yani destekleyerek büyümek bizim odağımızda olmamalı. Esas odak noktamız işletmelerimizin kazançlarıyla büyümesi üzerine olmalı. Çünkü kâr etmeyen hiçbir işletme büyüyemez.

Alparslan Bey, dolayısıyla bize düşen kazançlarıyla büyüyen işletmeler yaratarak tarımsal üretimin her kolunda sağlıklı bir büyüme yakalamak olmalıdır.  Bu bizleri her konuda daha ileriye götürecek olan sistemin anahtarı olacaktır. Aksi takdirde taşıma suyla değirmen döndürmekten öteye gidemeyiz”. Diyerek mesajını (mektup) bitiren Alpu Ovası’nda 7 farklı köyde yaklaşık 13 bin dönüm arazide sulu ve kuru tarım yapan Eskişehir’in Alpu ilçesinde tarımla uğraşan Özer Çolpan ve ailesine teşekkür ediyorum.

Son söz: Mazeret üretmek, birilerini suçlamak, birilerine şirinlik yapmak, bize göre değil! Bırakalım bunları biz işimize bakalım… Unutmayalım ki içinde bulunduğumuz coğrafya da bizim bizden başka dostumuz yok! Yılların getirdiği birikim içinde düne göre bugün daha fazla meseleleri biliyor ve kendimizi önemli ölçüde yeniliyoruz. Ama bu yenilenme yetmiyor, büyümek için daha çok çalışmalı, birbirimizi iyi tanımalı, teşkilatlı olmaya azami heyecan duymalıyız.

Hem tarım bakanlığına hem de sektör temsilcilerine; gündelik siyasetlerle, polemiklerle vakit kaybettirilmemesi gerekir! Dolayısıyla “tarımın geleceğini çalışkan, fedakâr, liyakatli ve erdemli gençler şekillendirecektir.” Bundan hiç şüpheniz olmasın!

Şüphesi olanlar gençliğin sesine kulağını kapatanlardır!...