Güya “Arap Baharı” Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine refah, barış ve istikrar getirecek, bölgede demokrasi kökleşecek ve bölge ülkeleri Batı ile daha müspet ilişkiler geliştirecekti. Hiç de öyle olmadığı açıkça ortada. Türk kamuoyunun yakından takip ettiği Suriye’de yaşananlar malum. Suriye’de yaşanan trajediyi ve acıları çok iyi hissedebiliyoruz. Mısır dendiğinde askerî darbe, Müslüman Kardeşler ve geçen hafta hayatını kaybeden Mursi başta olmak üzere birçok husustan haberdarız. Nispeten istikrarlı ve huzurlu olan Tunus pek duymadığımız ve ilgilenmediğimiz bir ülke. Libya ise bu “Arap baharı” sürecinden sonra belki de en büyük bölünmüşlüğü/kargaşayı yaşayan yer olmasına rağmen pek gündemimize girmedi; taa ki Hafter güçlerinin Türk vatandaşlarını rehin almasına kadar.

Libya birçok aşiretin zoraki bir arada yaşamaya çalıştığı bir savaş alanına dönmüş durumda. Millet olma, ortak bir kimlikte buluşma ve bir devlet otoritesi altında birlikte yaşama iradesinin olmadığı bu aşiretler topluluğunda, her bir grup kendisine bir “yaşam alanı” oluşturma derdinde. Bu dert onları birbiriyle çatışmaya zorluyor ve Kaddafi sonrasında ülke tam bir aşiretler kavgasına sahne oluyor.

Ülke, Suriye’nin bölünmüşlüğüne benzer bir bölünmüşlük/kutuplaşma içerisinde kaynayan bir kazana dönmüş durumda. Bu bölünmüşlük ve devlet otoritesinin ortada olmaması, Libya’yı yabancı ülkelerin müdahalesine de açık bir duruma düşürüyor. ABD’de uzun yıllar yaşadıktan sonra ülkeye dönerek bu savaşı derinleştiren General Halife Hafter bu noktada öne çıkıyor. Libya’nın güney komşusu Çad ile 1978-87 arasında devam eden sınır savaşında esir düşen ve CIA tarafından kurtarılıp ABD’ye götürülen Hafter, Kaddafi’nin düşürülmesinin ardından, yaklaşık 25 sene sonra, ülkesine dönmüştü.

Uluslararası alanda tanınan BM destekli Trablus merkezli “Ulusal Mutabakat Hükûmeti”ni tanımayıp kendi iktidarını kurmaya kalkışan Hafter, ülkenin doğusundan başlattığı savaşı Batısına doğru ilerletti. Geçtiğimiz Nisan ayında Türkiye’nin de tanıyıp desteklediği Trablus hükûmetini sona erdirmek üzere büyük bir operasyonu başlattı. Ancak geçtiğimiz son birkaç hafta içinde Hafter güçleri Trablus’tan uzaklaştırılmaya ve elinde tuttuğu bazı topraklardan çıkarılmaya başladı.

Hafter, mevzi kaybetmesinde Trablus hükûmetini destekleyen dış güçlerin payı olduğunu, bunlardan birinin de Türkiye olduğunu savunarak Türkiye’ye cephe açma cüreti gösterdi. Türk vatandaşlarını esir alarak Türkiye’yi meşru Trablus hükûmetine destek vermekten vazgeçireceğini sanan zavallı Hafter, sert bir şekilde uyarılınca esir aldığı vatandaşlarımızı serbest bırakmak zorunda kaldı. Türkiye’ye şantajla iş yaptıramayacağını gören Hafter, bu hareketi ile Türkiye’nin radarına girmiş oldu. Bundan sonraki süreçte Hafter’in alaşağı etmeye çalıştığı Trablus hükûmetine Türkiye’den daha çok destek verileceği muhakkak. Hafter bu aciz girişimi ile kaş yapayım derken gözünden olursa şaşırmamak gerek.

Hafter, Türkiye’ye karşı bir blok kurmaya kalkan Mısır, Suudi Arabistan, Yunanistan, BAE ve İsrail gibi ülkelerin desteğini alarak Türkiye’yi karşısına almaya kalkıştı. Böylelikle hem kendisini Trablus hükûmetine karşı destekleyen bu ülkelerin gözüne girerek aldığı desteğin devamını sağlayacak hem de Türkiye’yi Libya’dan uzaklaştırıp iktidar mücadelesinde mevzi kazanacaktı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Hafter, adı sanı pek duyulmayan eli kanlı bir diktatör adayı olmaktan çıkıp Türkiye’nin hedefindeki isimlerden ve kamuoyunun akıbetini merak ettiği kişilerden biri hâline geldi. Hafter’in bu girişimi belki de kendisi için sonun başlangıcı olacak.