Cumhuriyetimiz yarın yüz yaşına basacak.

Ortalama insan ömründen fazlasına tekabül eden yüz yıl, bir devletin yaşam süresi bakımından pek de uzun değil.

624 senelik Osmanlı İmparatorluğu’na oranlarsak Cumhuriyetimiz hala gençlik çağındadır.

Şu halde “ağaç yaşken eğilir” prensibince bu genci doğru yönlendirmek, hücrelerini sağlıklı hücrelerle yenilemek, onu hastalıklardan ve virüslerden korumak Türk milletinin her bir ferdinin, her bir yöneticisinin asli vazifesidir.

Ne zaman “Cumhuriyet nedir” diye sorulsa çocukluktan bu yana aynı cevabı veriyoruz: “Cumhuriyet halkın kendi kendisini idare etmesidir”

Niye böyle diyoruz? Çünkü Cumhuriyet bir bilinç, ortak aklın egemenliği, her bir üyesini memlekete aidiyet duygusuyla bağlayan, bu uğurda bir kişinin bile yok yazılmasına rızası olmayan kolektif bir şuur rejimidir. Bu şuurun canlı tutulmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi olarak varlığını sürdürmesi arasında zorunlu bir korelasyon vardır.

Halkı köleyken kendisi bağımsızlığını koruyabilen bir devlet düşünülebilir mi? Böyle bir devletin kaderinde ya halkı gibi köleleşmek ya da halkına hürriyet ve şahsiyet alanları açarak bağımsızlığını şahıs şahıs garanti altına almak vardır.

Egemenliği sultandan topluma vermekle memleketin birden bire cennet bahçesine dönüşmeyeceği, isimleri “Cumhuriyet” olduğu halde ahlaki, ekonomik, siyasi düzeyde diktatörlük rejimlerinden bile geri sıralarda kalan ülkelerden bellidir. 

Cumhuriyet azimle, çalışkanlıkla, dinamizmle kol kola yürüyen bir yönetim biçimidir. Mustafa Kemal Paşa 10. Yıl Nutku’nda “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık” derken bu dinamizme parmak basmıştır. Hemen sonrasında gelecek nesillerin rotasını şu sözlerle kurmuştur: “Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız”

Demek ki bir rejimin isminin Cumhuriyet olması Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyetimizin lideri için de yeterli değildir. İçi medeniyetle, refahlıkla doldurulmayan bir ülkenin adı “Cumhuriyet” de olsa nitelik açısından Cumhuriyet değildir.

Cumhurun her bir üyesi eğitimde, sağlıkta, siyasette, ekonomik faaliyetlerinde fırsat eşitliğine sahip mi, adalet sistemi kanayan yaralara derman oluyor mu, insan unsurunu işgücüne dahil ederken liyakat ilkelerine bağlı kalınıyor mu, makam ve mevkiler ehline teslim ediliyor mu gibi sorulara verilecek cevaplarda cumhuriyet rejiminin itibarını ve berdevamını tespit edebilmek mümkündür.

Bizimkisi gibi inanç zenginlikleriyle dolu bir coğrafyada Cumhuriyetin mühim bir vazifesi de tüm inanç alanlarına eşit mesafede duran laikliği doğru biçimde kullanmaktır. Bölgesel farklılıkları kucaklayan bir ulusal kimliği eğitimle, kültürel faaliyetler yoluyla durmadan beslemektir. Emperyalizmin fitne ve fesatlarına başka türlü nasıl direnilir?

Bugün Cumhur İttifakı partileri olan AK Parti ve MHP’nin “yeni anayasa” çağrılarında bu alanlarda görülen eksikliklerin dile getirilmesi umut vericidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yaşına yakışan bir anayasa oluşturulmasına katkı sunmak mecliste temsil edilen tüm siyasi partilerden beklenen bir gayrettir. Özetle, Cumhuriyet düşüncesinin özüne bağlı kaldığımız müddetçe 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramımız hep kutlu olacaktır. Bedenler toprak olacak ama Türkiye Cumhuriyet’i ilelebet payidar kalacaktır.