ABD-İran gerginliğinde neredeyse her gün tansiyonun artıracak bir gelişme yaşanıyor. 8 Mayıs’ta anlaşmanın taraflarına 60 günlük müddet veren İran, bu süre zarfında taraf ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde zenginleştirilmiş uranyum kapasitesini artıracağını iddia etmişti. Nitekim 3 Temmuz günü bir açıklama yapan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran’ın 7 Temmuz’dan sonra nükleer faaliyetlerine yeniden ve daha kapsamlı olarak döneceğini, zenginleştirilmiş uranyum seviyesinin artırılacağını ilan etti.

ABD’nin Trump’la birlikte İran karşıtı bir politika izlemeye başlaması ve bu süreçte önce İran’la imzalanan çok taraflı anlaşmadan çekilmesi ve ardından İran’a yönelik yaptırımlar uygulamaya başlaması, iki taraf arasında gerginliğin giderek tırmanacağını göstermişti. İki taraf da tansiyonu artıracak adımlardan imtina etmiyor ve diğer tarafın bir noktada karşılık vermek istemeyeceğini umuyor. Ancak şimdiye kadar yaşanan restleşmede bir tarafın adımına diğer taraftan karşılık verilmediği olmadı. Mesela ABD, İran Devrim Muhafızlarını terör örgütü olarak kabul ettiğinde İran da benzer bir adım atıp CENTCOM’u terör örgütü ilan etmişti.

ABD’nin İran’a yönelik baskısını artırması bölgedeki İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefikleri ile onu çevrelemeye çalışmasına İran da nükleer faaliyetlere başlama tehdidi ile cevap veriyordu. İran, ABD tarafından gelen baskının devam ettiğini gördüğünde bu tehdidi artık somut bir adıma çevirmek istedi.

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) ve Almanya ile İran arasında 2015’te imzalanan ve kısaca “nükleer anlaşma” olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı, İran için uranyum zenginleştirme oranı ve miktarına ilişkin sınırlamalar getiriyordu. Buna göre İran yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetine devam edebilecek ve elinde en fazla 300 kilogram uranyum bulundurabilecekti. Hasan Ruhani, “Karşı taraf nükleer anlaşmaya bağlı kaldığı sürece biz de bağlı kalırız. Karşı taraf yüzde yüz uyguladığında biz de nükleer anlaşmayı yüzde yüz uygularız.” diyordu ancak karşı tarafın anlaşmayı yüzde yüz uygulamadığını ve uygulamayacağını biliyordu. Aslında Ruhani de anlaşmanın fiilen yürürlükte olmadığını kabullenmişti.

ABD, İran’ı abluka altına almakla onu nükleer faaliyetlere yeniden döndürmeyi değil, onu zor şartlara mahkûm ettikten sonra kendisi açısından daha iyi şartlar sunan yeni bir anlaşmaya zorlamayı düşünüyordu. İran ise Trump ile Obama arasındaki farkı bildiğinden ABD ile tekrar müzakere masasına oturmaktan kaçınıyordu. İran ABD’nin baskısına direnirken, anlaşmanın tarafı olan diğer ülkelerin desteğini alarak ABD’nin baskısını kırmak istedi. Ne var ki ABD’nin kararlı bir şekilde baskıya devam etmesi üzerine İran son çare olarak gördüğü senaryoya dönerek uranyum zenginleştirme faaliyetlerine başlayacağını duyurdu.

Bu karar, İran’ın uranyum zenginleştirme oranının yüzde 3,67’nin üzerine çıkabileceğini veya 300 kg sınırını aşabileceği anlamına geliyor. Bu ise teorik olarak İran’ın nükleer silah sahibi olabileceğine işaret ediyor. Böyle bir gelişmenin ABD ve İsrail’in isteyeceği son şey olduğu muhakkak. Trump, İran’ın ateşle oynadığını söylüyordu. Bu gidişle ateş, büyük bir yangına dönüşebilir.