1980 darbesi yargılamalarının hukuki zemindeki yanlışları

YAYINLAMA:
1980 darbesi yargılamalarının hukuki zemindeki yanlışları

Milli irademizi ve demokrasimizi ABD, Rusya ve Çin’den aldığı emirle, Moskof’un, Mao’nun öğretileriyle reddetme ve toplumu yeniden yapılandırma cihetine girişerek hiçbir norm tanımadan yapılan 1980 Darbesi hukuki cinayettir ve bu çark döndükçe de tarih sayfalarında demokrasinin katili olarak anılacaktır.

 

Bu darbeyi gerçekleştirilenler Türk Milleti’nin kalbi, 57. Alayı ve son kalesi olan Ülkücü Ağabeylerimizi yasa, hukuk, devlet tanımadan Darbeci Kenan Evren’in acımasızlığında: “Sağ sol ayrımı yapmadım. Bir sağdan bir soldan astık.” “Asmayalım da besleyelim mi?” Diyerek şehit ettiler. 

 

Marksist-Leninist yapılanma içinde üniversitelerden kamu kurumlarına kadar birçok mecra içinde Milliyetçi-Muhafazakar Gençlere, işçilere, öğretmenlere, esnafa silahla topla tüfekle saldıran, yanındakinin; yani kendi ülkesindekinin canını, malını, hukukunu düşünmek yerine hep uzaktakinin; Rus’un Alman’ın dostluğu için kendi toprağındaki vatanseverleri tabutluklara sığdırdılar.

 

Tam bağımsız ve egemenlik haklarını yabancı hiçbir unsurun yardımı ve müdahalesi olmadan kullanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önüne engeller koyarak gelişmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

 

Çeşitli işkencelerden, Filistin askılarından, elektrik verilmesi, soğuk suda yıkanılması, falaka, delillerin kapatılması için iz bırakmayan torba, parmak aralarına, mermi ya da kalem gibi sert cisimler konularak el sıkıştırılıyor, uykuya izin vermeme, ayakta kalmaya zorlama yemeksiz aç susuz tek kişilik hücrelere sıkıştırılmaya çalışılan TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİMİZ… 

 

Yukarıda sayılan her bir nev’iden eylem gerek Ulusal mevzuatta gerek uluslararası Sözleşmelerde İnsan Hakları İhlalleri olarak nitelendirilmektedir. Buna rağmen BM(Birleşmiş Milletler), AİHM(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), AB(Avrupa Birliği), AK(Avrupa Konseyi), LAHEY Adalet Divanı ve yan kuruluşları, diğer uluslararası örgütler sessiz kalmıştır. Özellikle AİHM’in ülkemiz aleyhine soruşturma ve kovuşturma aşamalarında şüpheli veya sanıklara uygulanan muameleler hakkında birçok ihlal kararı verdiği bilinmekteyken 1980 Darbesi’ne yaşanan hukuki vahşette hiçbir şekilde karar almamıştır. Kendi adaletimizi Batı’nın eline teslim ettiğimiz sürece de bu böyle devam edecektir.

 

Mamak Cezaevi’nde özel olarak kurulan odalarda işkence altında alınan ifadeler Ceza Muhakemesi Kanunu md.206/2-a gereği kanuna aykırı deliller olarak kabul edilip Mahkeme tarafından reddedilmesi gerekirken hükme esas alınmıştır. AİHM(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kollukta işkence altında alınmış ifadelerin delil olarak kullanılmasının adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna hükmetmiştir.  

 

Denge olsun diye astıkları o Yüce Türk Milleti’nin evlatları, emperyalist devletlerin orak, çekiç paçavralarıyla Yüce Türk Devleti’ni ele geçirmek isteyenlere karşı vatanını canından aziz bilen Ülkü Erleri fedakarlıkta, yardımda, mazluma uzanan elde hep en ön sıradalardı. Ne idam sehpalarını ne tabutlukları ne de o kör cezaevlerini hakettiler. Doluştukları mahkeme salonunda doğal hakim ilkesine aykırı olarak ve işlemedikleri suçlardan yargılanarak Türk Hukuk Tarihi’nde dönüşü olmayacak yaralar açıldı. 

 

Dava, Alparslan TÜRKEŞ’ten Seyit Ahmet ARVASİ’lere kadar 220 sanık için idam cezası talebiyle açıldı. O dönem birçok ülkücü avukat davayı üstlendi. Şerafettin YILMAZ, Can ÖZBAY, Rıfat EKE, Kaya ALPKARTAL, Sırrı ERKUŞ, Galip ERDEM bir cihada tanıklık edercesine, suçsuz olduğu halde içeriye alınıp işkencelere maruz kalan idam edilmek istenen kardeşlerini savunmaya çalışıyorlardı. Meslek hayatlarının en zor dönemi ne yazık ki kendi can damarlarından, en yakınlardan gelmişti. Adaleti haykırmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Onları sadece mahkeme salonlarında savunmakla kalmıyorlar, ailelerine sahip çıkıyorlardı. Galip ERDEM içeriye “mektup” aracılığıyla para gönderiyordu. İsmail VAYVAYLI, Ruhi ÖZBİLGİÇ, Osman ÇAKIR, Acar OKAN, Meriç COŞKUN gece gündüz bilmeden, kendi ailelerinden ayrı kalarak yıllarca bu dava için uğraşmıştı. 

 

Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ’İN 12 Eylül Zulüm Mahkemesi’ne yapmış olduğu savunmadan; (Dosya No: 1981/176) “Taşıdığım bayrak, temsil ettiğim mukaddes TÜRK MİLİYETÇİLİĞİ DAVASI uğrunda, komünist ve bölücü hainlerin kurşunlarıyla toprağa şehitler ordusuna katılmış olan Ruhi KILIÇKIRAN’DAN Gün SAZAK’A kadar şehit evlat ve kardeşlerimin ruhaniyetlerinin de şu anda bizimle beraber olduklarını biliyorum. Onlar da beni dinliyorlar. Onların tekzip etmeyecekleri şekilde konuşmaya, yalnız hak bildiğimi söylemeye mecburum. Çünkü onlar, o üç bin altı yüz can, bu hak bildiğimiz yolda “vatan, millet, din ve devlet” uğrunda şehit oldular. Onlar hem şehitlerimiz, hem de şahitlerimizdir. Yarın huzur-u ilahide de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır…”

 

Ömrünü Davasına Adayan Yolbaşçımız Sn. Devlet BAHÇELİ; “Çünkü onlar sevdalarını pazarlık konusu yapmayı akıllarının ucuna dahi getirmeyen serdengeçti yüreklerdi. İkbal hırsıyla değil istiklal heyecanıyla yanıp tutuşmuşlardı. Onlar için dava sığınılacak değil inanılacak ve iradeyle savunulacak bir tarih, kültür, ecdat ve var oluş mirasıydı. Fidanken toprağa düşenler cennette çınar olup kök saldılar. Vatan ve millet sevgisinin bedelini canlarıyla ödediler. Sözde dün dava adamı olup da bugün eyyamcı ve entrikacı kesilenlerin ahlak ve aidiyet kanalları kuşkusuz tıkanmış, insaf, izan ve vicdan ölçüleri de bütünüyle tarumar olmuştur.” Haç ile Hilal’in savaşında Ülkücülerin her daim hazır olduğunu bir kez daha bize göstermiştir. 

 

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası olarak isimlendirilen, iddianameye başka bir suçtan yargılanan İbrahim ÇİFTÇİ davası kararının delil olarak konulması, suç tarihinin yazılmaması, suçsuzluk karinesinin ihlal edilmesi, yaklaşık 72 yıl önce kurulmuş bir derneğin suçlama kapsamına alınması, Ceza Muhakemesinin en temel ilkelerinden olan “suçsuzluk karinesi”nin soruşturma aşamasının başından itibaren ihlal edilerek yargısız infaz yapıldığı, devletin varoluş felsefesindeki temel düşünceye faşistlik denilerek kanunilik ilkesine aykırı bir şekilde “faşizm” adlı suç türetilmesi ve bu suçlamaların üzerine yargılamanın yapılması, farazi delillere dayanılması, iddianamede binlerce insanın ölümüne sebep olan Alman nazizmi ve Mussolini faşizmi ile Türk Milliyetçiliği’nin aynı satırda yer alması, düzmece belgeler oluşturulduğu, imzalar uydurulduğu, Ülkücü kuruluşlara ajanlar sokularak yalancı tanıklıklar yaptırıldığı, Ülkücülerin Almanya’da örgütlendiğine dair uydurma bir mektubun ortaya atılması ve Türkeş’in savunmasında söz konusu yazıların doğru olmadığını kanıtlaması, arşivlerle suçlamaların reddedilmesi ve bizatihi kanıtlanması yargılama sırasındaki hukuksuzlukların göstergesi ve ÜLKÜCÜLERİN, YANİ TÜRK MİLLİYETÇİLERİ’NİN DURDURULMASI İÇİNDİ. 

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Milliyetçi-Muhafazakar kesimden herhangi bir grubun en küçük bir hak ihlaline sebebiyet verme olasılığında dahi ABD, Rusya ve Çin bu durumları nasıl bizim iç işlerimize karışmaya davet niteliğinde görüyorsa; tam tersi kesimin yani Kenan EVREN ve yandaşlarının en büyük hukuksuzluğu ve vahşeti de o denli göze batmamakta, ses çıkarılmamaktadır. Çünkü istedikleri kapitalist düzen budur. Dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir devletin Silahlı Kuvvetleri Yönetimi’nin başka bir devletten komut alarak darbe yaptığı görülmemiştir. Buna rağmen diğer devletler tarafından tepkisiz kalınması Batı’yla aynı amaca hizmet ettiğinin göstergesidir.

 

Evren ve diğer tüm darbeciler hazırladıkları Darbe Anayasası’na geçici 15.madde ile yargılanmalarının önü kesildi. 12 Eylül 2010’da bu madde Anayasadan çıkarıldı. Bunun üzerinde hayatta olan Milli güvenlik Konseyi Konsey üyesi Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” ile dava açıldı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin şanla ve şerefle müdahil olduğu bu davada; yaptıkları zalimlikleri, darbe suçunu, idamları, kötü muameleyi, insanlığa karşı suçları “kurucu iktidar” oldukları dolayısıyla olağan gören, “insanlık” nedir bilmeyen bu şahıslar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı ancak takdiri indirimle bu ceza müebbet hapse çevrildi. Hükmün ardından dosya Yargıtay’a götürülmüşken Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA vefat ettiği için dava düşmüştür. 

 

Milli iradenin bertaraf edildiği kör zihniyetler tarih sahnesinde yine milli irade tarafından oluşturulan mahkemede suçlu bulunmuştur! Cezayı bu dünyada fiziki olarak çekmeseler de kurulan mahkeme hükmünü vermiştir ve Türkiye Cumhuriyeti nezdinde, bu milletin Anayasası’nı, demokrasisini, meclisini yok sayanların suçluluğu kanıtlanmıştır. Çünkü kim ki Türk Milleti’nin önüne geçmeye çalışır, hesabını öder. Kim ki Türk Milleti’ni hukuksuzlukla geçmeyi düşünür, o fikrin altında kalır. 

 

Türk Milliyetçisi olduğu için bayraklaşan kahraman Ülkücü Şehitlerimiz: Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur, Cevdet Karakuş, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, Fahriye Altınok, Selçuk Duracık, Mustafa Pehlivanoğlu, Alper Tunga Uytun, Ahmet Çakıroğlu, Ahmet Remzi Akbaş, Ali Cıbır, Bülent Alp, Blade Aybars, Cihan Kurt, Ekrem Tar, Fahriye Altınok, Figen Çöktü, Hasan Alemlioğlu, Hürcem Gürsoytrak, Hüsnü Özaltındere, Levent Baykay, Mehmet Dalargıç, Mustafa Türköne, Nazım Arpacı, Nizamettin Akbaş, Osman Ülker, Ramazan Oğuz, Rıfkı Ertugrul, Şerafettin Şahin, Tevfik Alkan, Uğur Erkenez, Yahya Aktaş, Yaşar Canikligil, Zeki Kaya… Ne sizleri unutacağız ne de kahpe Eylülleri!



 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...