Caydırıcı gücümüz

Devletlerin caydırıcılık gücü dışarıya bağımlılıklarıyla doğru orantılıdır. Sahada ve masada güçlü olmanın yegâne yolu kendi kendine yetebilmektir. Jeopolitik ve jeostratejik önemi yüksek ülkelerin ise her alanda kendine yetmeye ve üretmeye daha çok ihtiyacı vardır. Türkiye böyle bir ülkedir.
Savunma sanayiinde yerlilik oranı yüksek olan ülkeler dost ve düşmanlarını kendileri belirler. Muhtaç olan ülkelerin kaderini ise başkaları… Siz, sizi güçlü kılacak kadar ürün almak isterseniz, onlar ise yeteri kadarını verirler. Ancak siz yeteri kadarını ürettiğinizde eliniz güçlenir. Sahada güçlü olan masada da güçlü olur.
Enerjide, ekonomide, savunmada, tarımda, teknolojide, bilimde ihraç eder konumda olan ülkelerin düşmanları çok olsa da düşmanlık etmeye cesaret edecek ülkelerin sayısı azdır. Caydırıcılık budur.
Güçlü olan ülkelerle kimse karşı karşıya gelmek istemez. Devletlerin ilişkileri çıkara dayalıdır. Çıkarlar ise gücün tarafındandır. Haklı olduğu halde ezilen halkların tek gerçeği güçsüz olmalarıdır. Bu yüzden sadece haklı olmaz yetmez aynı zamanda güçlü olmak gerekir.
Türkiye köklü tarih ve binlerce yıllık devlet tecrübesine sahiptir. Bu vasfı onu küresel anlamda söz sahibi, bölgesel anlamda da istikamet çizen bir konuma taşımıştır. İçeriden bakan muhaliflerin penceresi hep kendilerine açıldığı için bu gerçeği görmekte biraz zorluk çekiyorlar. Oysa biraz da dışarıdan Türkiye’ye bakmış olsalar ne kadar büyük ve saygın bir ülkenin parçası olduklarını idrak edecekler.
Türkiye’nin Türkiye’den büyük olduğu izlenimine sahip olan ülkeler bunu acı tecrübeler neticesinde öğrendiler. Kolay lokma olarak görenlerin son kez yutkunduğu, esaret altına almak isteyenlerin ise boğazında ilmek olduğu bir milletle karşılaştılar. Belki bugünkü kadar topumuz tüfeğimiz yoktu ama asırlara sair tecrübesiyle millet olma şuurumuz vardı. Bu şuuru yeryüzünde hiçbir silah geçemedi. Bu şuura sahip olmayanlar ise en ufak sarsıntıyla dağılmaya yüz tuttu. 16 devleti geride bırakan Türk milleti 17. sini de işte bu şuurla kurdu.
Tarihin milletler mücadelesinden ibaret olduğu gerçeği bizi hep bir arada tuttu. Bu mücadeleyi değişen ve gelişen dünyaya ayak uydurarak hatta bu değişime ön ayak olarak uygulamak Türk milletinin hedefleri arasında yer aldı. Bu hedef Türkiye’yi bugün dostlarının sevindiği, düşmanlarının kahrolduğu bir noktaya taşıdı.
Küresel emperyalizmin iştahını kabartan bir coğrafyada başımızın dik durmasını sağlayan askeri bir güce sahibiz. Dünya’nın 9. NATO’nun ise 2. büyük ordusuyuz. Bu başarının arkasında elbette 2234 yıllık askeri tecrübe var. Bu güce tecrübe ve kabiliyetin yanı sıra aynı zamanda savunma sanayiindeki yerlilik oranı da eşlik ediyor. Ürettiklerimizle savunma sanayiinde çığır açıyor, üretemediklerimizle de kullanma kabiliyeti açısından fark yaratıyoruz.
Deniz üstü ve altı firkateynlerimizle, hava ve kara araçlarımızla artık daha güvende ve mazlumların kendini daha güvende hissettiği bir dönemi yaşıyoruz. Sadece deniz, hava ve kara araçlarını üretmekle kalmıyor aynı zamanda üzerindeki yüzlerce ekipmanla da teknolojide çığır açıyoruz. Füzelerimiz Gök vatanı saran bir zırh görevi görüyor. KAAN, Hürjet, ANKA, Kızılelma, SİHA ve İHA’lar, TCG Anadolu Gemisi ve daha nicelerine sahip olmak için birçok ülke sırada bekliyor. Bugün Türkiye’nin kilogram başına düşen ihracat oranı 65 dolara yükseldiyse bunun arkasında katma değeri yüksek bu ürünler vardır.
Karadeniz’den çıkardığımız doğalgaz, Gabar’da bulduğumuz petrol, Mavi vatanda elde ettiğimiz üstünlük, Libya’daki yerimiz, Karabağ’daki eşsiz zaferimiz, Suriye’deki ismimiz, Rusya-Ukrayna arasındaki rolümüz, Afrika’ya uzanan gönül köprümüz, Endonezya’da seçim kazandıran öykümüz, terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge hedefine ulaşmamız Türkiye’nin caydırıcı gücünü gösteriyor.
İsrail başta olmak üzere Türkiye’yi karşısına almaya cesaret edecek kim varsa sonunu da iyi hesaplamalı. Artık Türkiye’nin karşısında kimin olduğunun değil, Türkiye’yi karşısına alanların düşünme vakti…