Kürt ve Alevi istismarı

YAYINLAMA:
Kürt ve Alevi istismarı

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 18 Temmuz 2025 tarihinde basına kapalı olarak gerçekleştirilen MYK-MDK ortak toplantısında iki Cumhurbaşkanı yardımcısından birinin Alevi diğerinin ise Kürt olabileceği şeklindeki değerlendirmesi üzerinden yeni bir sabotaj denendi. 1 Ekim’den bugüne kadar “terörsüz Türkiye” hedefini bulandırmaya ve değersizleştirmeye çalışanlar yine boş durmadı. Bugüne kadar ki fitne girişimleri tutmayanlar bu fırsatı da “ya tutarsa” diyerek değerlendirmeye çalıştılar.

“Bölünme” düşü görenlerden “Lübnanlaşma” rüyasına yatanlara, etnik ve mezhep üzerinden ötekileştirme seansına girenlerden “Cumhuriyet elden gidiyor” yaygarası koparanlara kadar birçok tahrik kampanyası devreye alındı.

Türkiye’nin içinde ve çevresindeki gerçeklerden kopuk olanlar, geçmişteki acı hatıralardan ders çıkarmakta zorlananlar, bölgemizdeki kanlı fay hatlarının ülkemize taşınmaya çalıştığını görmemekte ısrar edenler MHP Liderinin açıklamalarını çarpıtarak yine ucuz siyaset peşinde koştuklarını gösterdiler. Terörsüz Türkiye’nin siyaset üstü bir hedef olduğunu hala idrak edemediler. Bugüne kadar Alevi ve Kürt denildiğinde parmakla oy hesabı yapanlar MHP Lideri’nin Alevi ve Kürt Cumhurbaşkanı Yardımcısı değerlendirmesinin de sadece siyasetten ibaret olduğunu zannettiler. 

Bugüne kadar hiçbir açıklamasında etnik ve ya mezhep üzerinden ayrışma ya da ötekileştirme anlamına gelebilecek bir tek kelimesi dahi bulunmayan Devlet Bahçeli’nin Türkiye ve Türk milletinin birlik ve beraberliğini esas alan değerlendirmeleri üzerinden “Lübnanlaşma” safsataları başlatıldı. Bu terimi ortaya atanlar ya Lübnan’ın gerçeklerinden bi haberdi ya da Türkiye’nin gerçeklerinden kopuklardı. Lübnanlaşmaya giden süreç ile Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hiçbir benzerlik taşımadığı halde bu benzetme “kasıtlı” olarak yapıldı. Türkiye’de hiçbir zaman mezhep ya da etnik çatışma yaşanmadı. Ama Lübnanlaşma süreci katı bir mezhep çatışması sonucunda oluştu. Lübnan’da katı güç paylaşımı yapılırken MHP lideri Bahçeli bin yıllık kardeşliği referans aldı. 

1 Ekim’de uzatılan el sadece terörü sona erdirmek için değil aynı zamanda siyasi partilerin Türkiye partisi olması, ülkemizde huzurlu bir toplumsal ve siyasi hayatın hâkim olması için uzatıldı. İç cephesini tahkim etmiş ve iç barışını sağlamış bir Türkiye hedeflendi. Bu hedefi engelleyecek her girişim milli devlet ilkesi temelinde alınan önlemlerle boşa çıkarıldı. 

Suriye’de etnik ve mezhep temelli çatışmaların alevlendirilmek istendiği, Alevi kardeşlerimizin tahrik edilmeye çalışıldığı, yabancı istihbarat servislerinin Türkiye’nin içinde yeni fay hatları açmaya çabaladığı bir dönemde Devlet Bahçeli’nin “biri Alevi biri Kürt Cumhurbaşkanı Yardımcısı” önerisi bu terörsüz Türkiye hedefinin sağlıklı bir şekilde yol almasını sağlayacak bir tekliftir. Kimseyi ayrıştırmadan herkesi kucaklayarak yol almanın en somut adımıdır. Geçmişte Alevi ve Kürtleri çeşitli istihbarat faaliyetleriyle ülkemizden koparmaya, tahrik etmeye, ötekileştirmeye çalışılanların oyunlarını bozmaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti her bir vatandaşın eşit olduğu, temel hak ve özgürlüklerden aynı oranda istifa ettiği demokratik bir ülkedir. Bugüne kadar da hiçbir vatandaşın etnik ve ya mezhebine bakılmaksızın temsili sağlanmıştır. Kürt ve Alevi kardeşlerimiz de devletin her kademesinde yer almıştır. Peki, bugün Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmalarının önünde bir engel var mıdır? Buna karşı çıkmanın mantıklı veya makul bir yanı var mıdır? Peki, bugün karşı çıkanların maksadı üzüm yemek midir yoksa bağcıyı dövmek midir? 

Her siyasi partinin kendi ideolojisi, programı, ilkeleri ve hedefleri vardır. Ancak buna rağmen zaman zaman sırf ideolojik kimlikler üzerinden oy havzasının genişletilmesi amacıyla partiler arası çeşitli transferler, ittifaklar ya da bakanlık düzeyinde görevlendirmeler yapıldı. Siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Bu örneklerin hepsi “siyasetin doğasında var” denilerek doğal karşılandı.

Peki, aynı görevlendirme içinde bulunduğumuz süreç dikkate alındığında sırf mili birlik ve beraberliğinizin perçinlenmesi için etnik ve ya mezhep üzerinden yapılacak tahrik teşebbüslerinin önlenmesi, ötekileştirilme girişimlerinin engellenmesi ya da “siz başkasınız” algısına hizmet edecek girişimlerin boşa çıkarılması açısından değerli bir görevlendirme olmaz mı? Bu görevlendirme onları sahiplenmek, onlara sıkı sıkıya sarılmak anlamına gelmez mi? Bunun neresinde bölücülük, ayrıştırma ya da cumhuriyet değerleriyle oynama vardır? Aksine Cumhuriyetin kapsayıcı etkisini artırmaktan, kuşatıcı ve kucaklayıcı vasfını sağlamaktan başka bir anlam ifade etmez. Böyle bir görevlendirme, “Sizler öteki değil, bizim asli unsurumuz; parçamız değil, bütünün bizzat kendisiniz” demek değil midir? Madem ‘herkes eşittir Türkiye’dir, o halde bir Kürt bir Alevi Cumhurbaşkanı Yardımcısının olması da Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşı gibi onların da anasının ak sütü gibi helaldir. Madem bürokrasinin her kademesinde görev yapabilirler, atanabilirler o halde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görevlendirilmelerinin de önünde bir engel yoktur. Bugün Türkiye’yi şikâyet etmek için İngiltere yollarında çarık eskitenler ve onların kapsama alanına girenler kendi vatandaşlarımızın en yüksek seviyede temsiline “Lübnanlaşma” diyerek karşı çıkıyorlar.

Sayın Bahçeli’nin, “Türkiye’mizi yoran, yıpratan, enerjisini çalan, fahiş mahiyetli sosyal ve ekonomik maliyetlere neden olan etnik ve mezhep temelli dayatmalara karşı Terörsüz Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir” cümlesi yeterince açıktır. Ama dikkate alınması gereken bir diğer cümlesi de; “Herkes bizse, biz de kardeşsek dürüst ve sorumlu hareket etmemiz milli namusumuzun gereğidir” şeklindeki uyarısıdır.

 

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...