Kardeşliğin şartı olur mu?
Terörsüz Türkiye hedefiyle 47 yıllık terör belasının tamamen sökülüp atılması, terörü besleyen ve terörden beslenen ortamın da son bulması için tarihi bir fırsat yakalandı. Terör; kirli emel sahiplerinin Türkiye’yi yıllardır oyaladığı, enerjisini, insanını ve maddi kaynaklarını sömürdüğü bir kara deliğe dönüştü. Bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinin arasına nifak tohumları ekmek için maşa olarak kullanıldı.
Türkiye, bu maşanın etkisiz hale getirilmesi için bugüne kadar çeşitli yöntemlerle birçok girişimde bulundu ancak hiçbir dönemde bugün alınan mesafe kadar bir ilerleme kaydedilemedi. Bunun en önemli nedenlerinden birisi sorunu oluşturan küresel çevrelerin çözümün kaynağıymış gibi sürecin parçası olmalarıydı. Ancak bu sefer sadece Türkiye’nin inisiyatifiyle üçüncü bir gözün bulunmadığı bir yöntemle hareket edildi.
Samimiyet, iyi niyet, soğukkanlılık ve sabırla geçmiş tecrübeler ışığında hiçbir şart ve pazarlık bulunmaksızın bin yıllık kardeşliğimizi esas alan milli bir çizgide ilerlendi.
Terörün hem ülkemiz hem de bölgemizde tamamen son bulması ve beslendiği kaynakların kurtulması için sadece silahlı kanadının son bulması yeterli değildi. Geçmiş tecrübeler, terörün tüm yönleriyle son bulmasının elzem olduğunu, bugün “bitti” denilen terörün yarın tekrardan nüksetmemesi için bölücü kalıpların da son bulmasının gerekli olduğunu ispatladı. Yani ayrılıkçı ve bölücü siyasi ajandalarında tamamen silinmesi…
27 Şubat İmralı açıklaması bu bakımdan hem örgüt hem de siyasi kanadı açısından bir kırılma noktası oluşturdu. Örgütün kurucusu silahla bir sonuç alınamayacağını, örgütün artık feshini gerçekleştirip silahları bırakması gerektiğini ifade ederken diğer yandan da ulus-devlet, özerklik, federasyon gibi taleplerin yeri olmadığı ve kültüralist dayatmaların bir anlamının kalmadığını belirtti. Hem silahlı kanada hem de siyasi kanada net mesajlar verildi.
İmralı çağrısının somut yansıması 11 Temmuz’da 30 örgüt üyesinin silahlarını yakmasıyla gerçekleşti. Bir yandan sahadaki somut süreç devam ederken diğer yandan da siyasetin terörün gölgesinden sıyrılması için TBMM’de kurulacak komisyon aşamasına geçildi. Şiddet ve terörün olmadığı bir zeminde demokratik standartların yükseltilmesinin konuşulması için makul bir zemin oluştu. Her görüşten siyasetçinin meşruiyet sınırlarında devletin ve milletin bütünlüğünü esas almak kaydıyla öneri ve tekliflerde bulunacağı bir uzlaşma zemini meydana geldi.
TBMM çatısı altında kurulan “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” terörsüz Türkiye hedefinin tüm şeffaflığıyla görüleceği, ortak bir irade ile 47 yıllık terör sorununun tamamen silinmesi için önerilerin dile getirileceği, gerekli yasa düzenlemeler için tavsiye niteliğinde görüşlerin ele alınacağı, süreç boyunca yapılan dezenformasyonların kamuoyuna anlatılacağı, çekincesi ve kaygısı olanların samimiyetle dinlenileceği bir ruha sahip olmalıdır. Bu ruh her adımında kardeşlik bağlarını pekiştirmeli, rotası hukuk ve vicdan olmalı, milli birlik duygusu aşılamalı ve dayanışma azmini güçlendirmelidir.
İP’in yaptığı gibi komisyonda bulunmaktan kaçmak ya da CHP’nin üzerinde durduğu gibi günü kurtarmak için yapılan kısır siyasi çekişmeleri gerekçe gösterip komisyondan ayrılmak ise siyasi sorumsuzluktur. 47 yıllık terör sorunun çözümü için kurulan komisyonda bulunmak için şart koşmak, kardeşliğe şart koşmaktır. Kardeşliğin tek şartı vardır o da kardeşçe yaşamaktır. Önyargılar ve oy avcılığı ile komisyondan kaçandan da masadan kalkandan da millet hesabını sorar ve sormalıdır. Terörsüz Türkiye hedefini derede boğmak isteyenler tarihe kara bir leke olarak geçmekten kurtulamazlar. Bin yıllık kardeşliğimizi gelecek bin yılara taşımak istiyorsak devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne halel getirmeyen her öneriyi olgunlukla karşılamalı, kabul etmesek bile tahammül göstermeliyiz. Tahammülün olmadığı yerde demokrasi gelişmez, demokrasinin olmadığı yerde de kardeşlik pekişmez.
Terörün, şiddetin, silahın olmadığı her zemin konuşmak ve uzlaşmak için yeterli bir sebeptir. Kayıkçı kavgalarına, bir kaşık suda kıyamet koparmaya, ön yargılara, iftira içerikli iddiaların şehvetine kapılmadan aklıselimle hareket edilmelidir. Ne geçmiş acılarımızı yok sayacak ne de gelecekte aynı acıları yaşatacak girişimlere teşebbüs edilmemelidir. Salt ve ya nitelik çoğunluk kararıyla alınan bütün kararlara tüm siyasi partiler saygı göstermeli ve demokrasinin gereği olarak kabul etmelidir. “Benim istediğim olmadı, ben masadan kalkıyorum” demek demokrasiyi yok saymak demektir. “Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” Türk milletinin acılarını, kederini, ekmeğini ve geleceğini paylaştığı bir masasıdır. Bu masaya ihanet eden Türk milletine ihanet eder. Bu masadan kalkan Türk milletinin masasından kalkar.