Türklükle derdi olanlar 1944 ve 1980’e baksın
"-Onlar hür olmak gereğini de duymuyorlar, belki de şuursuz olarak, ne bileyim, dedi Şevket; Marks, Lenin, Ho, Mao yolarına sırt dayamak varken, kendilerini zahmete sokmuyorlar. Bir insan kavramı yaratmışlar...
-Öğreti bu zaten, insalığa tapacaksın, insanı seveceksin ama dikkat, yanı başındakini değil, çok uzaktakini, tanımadığın, görmediğin, bilmediğin kişiyi.
-Ama Azerbaycan, Batı Trakya, Türkistan da çok uzakta.
-Onlar da yanı başında sayılır, çünkü senin soyundan! Oysa bir Vietnamlı, bir Kübalı öyle mi, uzak ve çekici bir hayal gibi, onu seveceksin ve onun için yanındakinin canına okumak mübah olacak."
Yukarıdaki satırlar Emine Işınsu’nun Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’nun şehit edilmesini anlatan Sancı adlı romanından bir kesit…
Bu satırlar 1980 olaylarının, onun öncesindeki ve sonrasındaki gelişmelerin ve hatta şuan günümüzde kimlik ve yapı değiştirerek bizlere; yani TÜRK MİLLLİYETÇİLERİ’NE karşı devam eden aynı ruhun göstergesi niteliğindedir.
Bu sözcükler; bir insanın kendi yanı başındakine her türlü eziyeti hoş görüp dışardakini ilahlaştırmasıdır.
Bu sözcükler; insanlık öğretisi adı altında toplanan bir avuç insanın nasıl bir tezatlıkla; kendi ülkesindeki vatanperverlere uyguladıkları eylemleri reva görmesidir. (Bilindiği üzere birçok suç örgütü, yapılanma ve tarikat gibi gruplar en fazla savunduğu kavramları aslında en çok içinde barındırmayanlardır.)
Bu sözcükler; asıl insanlık dersini araştırsalar kendi köklerinde bulacakları TÜRK TARİHİ’Nİ karalayarak KÖKLERİNİ, ATALARINI, DİNLERİNİ REDDEDENLERDİR.
Bu ruhla şuanda da savaştayız ve son nefesimize kadar da bu savaş devam edecek. Önceki yazılarımızda belirttiğim gibi: “3 Mayıs’la fiiliyata geçen, yarım metrekarelik tabutluklara sığdırılmaya çalışılan ülkümüz, o günden beri; gerek iç, gerek dış mihraklarla önü kapanmaya çalışılmakta, ezelden beri hür olduğumuz gerçeğini Stalin’in dediklerine değişmektedirler.
Rus’un, Alman’ın, İngiliz’in dostluğu için kendi toprağındaki vatanseverleri tabutluklara sığdıranlar; bilinmelidir ki, o tabutluğun içindeki fikir şimdi on binlerin, yüz binlerin içinde o yüce dileğe doğru yürümeye devam etmekte, nöbete devam etmektedir.”
Sovyetler Birliği galibiyetiyle sona eren savaş sonrasında Türkiye içerisinde de komünizm sempatizanlığı yapılmaya başlanmış, eğitim kurumlarından esnaf sanayi odalarına kadar herkes örgütlenmeye çağrılmaktaydı. Hüseyin Nihal ATSIZ, eğitim kurumlarının milli politikadan uzaklaştırılarak bilim adı altında Devlete ve Milletine karşı insan yetiştirildiğini kaleme aldığı Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na olan açık mektubundan sonra; “Atsız’ın kaleme aldığı açık mektuplar üzerine Sabahattin Ali, Atsız’dan şikâyetçi olmuştur ve 26 Nisan 1944 tarihinde açılan davanın ilk duruşması Ankara’da gerçekleşmiştir. Dava iki kişinin karşılıklı husumet davası olmaktan çıkarak, Atsız ile beraber Alparslan Türkeş, Remzi Oğuz Arık, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, Orhan Şaik Gökyay, Hüseyin Namık Orkun, Sait Bilgiç, Hasan Ferit Cansever, Zeki Sofuoğlu, İsmet Tümtürk, Hikmet Tanyu gibi Türkçülerin ırkçılık ve Turancılıkla suçlandığı bir dava mahiyetine bürünmüştür.”
Başbuğumuz Alparslan TÜRKEŞ: “Suçlama da “Irkçılık” ve “Turancılık” oldu. Birçok işkenceler ve baskılar yapıldı. Ortada hiçbir suç olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında “Turancılık” diye bir suç olmadığı halde, böyle bir suç icad ederek, sanıkların bir kısmı ağır cezalara çarptırıldılar. Aslında Turancı olmak suç değildir. T.C. kanunlarında da böyle bir suç yoktur. Kaldı ki her milliyetçi kendi milletine mensup insanların yabancıların boyunduruğundan kurtulmasını istemesi tabii bir haktır. Bu şerefli bir haktır. Fakat gelin görün ki. Türkiye’de zaman zaman o derecede gafil insanlar kalkıyorlar, kötülemek istedikleri Türk Milliyetçilerini “Bunlar Turancı” vs. diye suçlamaya lekelemeye çalışıyorlar.”
Bilge Liderimiz Sn. Devlet BAHÇELİ: “3 Mayıs 1944 olayları Türk milliyetçilerinin sivil ve demokratik tepkisine sahne olmakla birlikte; haksızlığa, hukuksuzluğa ve husumetle beslenen önyargılara direnişi simgelemektedir. Aynı zamanda 3 Mayıs 1944 Türk milliyetçiliğinin toplum ve siyaset alanına cemre gibi düşüşünün de miladıdır. Davasının onuruyla bezenmiş merhum ve muhterem büyüklerimiz hiçbir çileye, hiçbir işkence ve zulme boyun eğmemişler, inançlarından, irfanla pekişen milliyetçi iradelerinden asla taviz vermemişlerdir. Devletimizin kurucu fikrini tabutluklara hapsetme niyet ve hedefi çok şükür başarılı olamamıştır.”
Hüseyin Nihal ATSIZ’dan Sabahattin ALİ’ye: “Türk olmadığını bildiğin halde Türk yaşamağa mecbur olmanın verdiği ruhi kargaşalık içindesin. Sen de her Türk olmamanın, tahsili yarıda kalmış her muhteris insanın yaptığı gibi hırsını doyuracak tek yola sapıyorsun. Bu yol, Türklüğün kutlu nesi varsa hepsini inkar ederek, hepsine söverek kendini aldatmayı temin eden komünistlik yoludur. Romanında insanlar arasındaki karanlık münasebetlerden ne diye bahsediyorsun? Sen o karanlık münasebetlerin şahıslanmış örneğisin. bu kitapta aşağı gördüğün, çirkefe batırmak istediğin ne varsa sen vaktiyle onların hepsine salik olmuş, fakat hepsinde sona kaldığın için onlara düşman kesilmiş bir hastasın.
Sen eskiden milliyetperver değil miydin? Ne diye Ziya Gök Alp’ı peygamber tanıyarak şiir yazmıştın? Milliyetperverlik yolunun çok çetin olduğunu anladığın, bu yolda çabucak yükselmeyeceğin için bundan vazgeçtin değil mi?
Sabahattin Ali bu memlekette ırkçı,Turancı ve Anadolucu olan milliyetperverleri hep satılmış insanlar olmakla itham etmek istiyor ve romanını yazarken de bugün aramızda yaşayan bazı kimseleri, tabii biraz değiştirerek, romanına alıp onları küçültmek istiyor. Böylelikle de kendisini küçük gören insanlardan gizili bir öç almak diliyor. Bu kitapta Türkler yani bu vatanın kurucuları, sahipleri ve müdafileri olan insanlar hep kötü olarak gösterilir.
Sabahattin Ali; On yılda Almanya’nın komünist olacağını, Almanya komünist olduktan sonra da bütün dünyanın aynı yola gireceğini, bu arada tabii bizim de o yolun yolcusu olacağımızı iddia etmiş, ben de aksi iddiada bulunmuştum. Kendisiyle bundan sonra birkaç defa rastlaştık. Her görüşmemiz uzun münakaşalara yol açtı. Komünizmin Almanya’daki bozgunundan sonra bütün istikbalin İspanya ve Çin’!deki meselelere bağlı olduğunu, bu iki ülkede mutlaka komünizmin galip geleceğini iddia ediyordu. Komünizm İspanya’da da yıkıldıktan sonra bir ümidi Çin’de kalmıştı. Japon istilasından sonra bilmem bu ümit ne haldedir?
İşte “İçimizdeki Şeytan “adlı romanıyla milliyetperverliği kötülemeğe ve Türkçüleri fena göstermeğe yeltenen Sabahattin Ali böyle birisidir. Yani o bizim içimizdeki şeytanlardan birisidir. Zavallı ve saf bir şeytan…”
Çetecilik ve mafyacılıkla kutlu davamızı, sancağımızı taşıyan Milliyetçi Hareket Partisi’ni itham edenler, kendi tarihlerine baksınlar; zira orada birçok çete faaliyetlerine rastlayacaklar.
Çeteciliği ve mafyacılığı “Ülkücü Şehidimiz Mustafa PEHLİVANOĞLU’nun ifadesini polis zoruyla verdirildiği ve idam cezasına çarptırılarak Şehit edildiği, ailesinin onun şehadete erişini ancak 3 gün sonra öğrenebildiği” gerçeğinde arasınlar!
Çeteciliği, "Önce seni assınlar Selçuk, sen bana dayanamazsın!" diyen Ülkücü Şehidimiz Halil ESENDAĞ ve Selçuk DURACIK’ta arasınlar!
Caniliği, Cuma namazı çıkışında komünistler tarafından bıçaklanarak Şehit edilen Ülkücü Şehidimiz Alper Tunga UYTUN’ta arasınlar!
İnsanlıktan nasibini alamamanın ne demek olduğunu, Ülkücü arkadaşlarına ekmek almak için giderken kurşunlanarak şehit edilen Süleyman ÖZMEN’de arasınlar!
12 Eylül Darbe Mahkemesi'nde idam kararı verilen denge olsun diye astıkları Ülkücü Şehit Fikri ARIKAN,
Mafyacılığı, 22 yaşında Ankara İlahiyat Fakültesi öğrencisiyken Site Yurdu'nda iftarını açtıktan sonra katil teröristler tarafından sırtından vurularak şehit edilen ilk Ülkücü Şehit Ağabeyimiz Ruhi KILIÇKIRAN’da arasınlar!
Merhametsizliği, Çukobirlik Genel Müdürlüğü’nde memur iken akşam saatlerinde evine giren iki komünist tarafından kurşunlanarak şehit edilen Ülkücü Şehit Figen ÇÖKTÜ’de arasınlar!
İnsanlıktan nasibini alamamakla ünlü olan ve tarihi bunun örnekleriyle dolu olan bir örgütün elemanları; kalkıp da Milliyetçi Hareket Partisi’ne; insanlıktan, merhametten, davadan, ülküden bahsedemez..
İnsanın insana verdiği değeri esas alan Dinimiz, mazlumlara Yunus zalime Yavuz olmayı öğreten Ülkümüz; ancak kendisinden istifade edebilenlere görünürdür. Aksine batıl, afaki, soyut kalır.
Velhasıl, bu partinin her bir neferi olan Türk İslam Ülkücüleri, Allah ve Resulü’nün ortaya koyduğu yüce davayı, asırlardır kendisine görev addedilen bu kutlu vazifeyi yerine getirebilmek için canla başla savaşmaya devam edecektir. Bu zamana kadar verdiği sınavlar; ileride vereceği sınavların da teminatıdır. Kutlu davayla uğraşmak da ancak nasipsizlerin işidir. Onlar davamıza, ülkümüze, sancağımıza saldırmaya devam etsin; bizler de daha da şiddetli bir şekilde İlay-i Kelimetullah'ı haykırmaya devam edeceğiz, elhamdülillah.