Kıbrıs Türklüğünün kanıyla kumar oynanmaz
Güney Kıbrıs, İsrail’le askeri yakınlaşmalar içindeyken, ABD Kıbrıs Rum kesimindeki varlığını kalıcı hale getirmeye çalışırken, Yunanistan Gazze’deki soykırım planında İsrail’e koltuk çıkarken, bir süredir herkes Kıbrıs’ta neler olup biteceğine odaklanmıştı. Tam bu esnada yapılan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı seçimlerini CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman kazandı. Bu duruma en çok sevinenler ise CTP’nin kardeş partisi CHP’nin genel başkanı Özgür Özel ve Güney Kıbrıs Rum kesimi oldu.
Tufan Erhürman Kıbrıs sorununun federasyon modeliyle çözülmesine taraftar olarak Türkiye’nin iki devletli çözüm önerisine mesafeli bir siyasetçi. Rumlar da federasyondan taraf, fakat Türkleri “azınlık” olarak görüyor, azınlığın çoğunluğu yönetemeyeceğini söyleyerek Türklerin yetkilerini minimize etmeyi hedefliyor. Yıllardır bir sonuç çıkmayan Kıbrıs görüşmelerinin kilitlendiği yerlerden birisi Rumların Türkleri federasyon çatısı altında marabalaştırma planıydı. Ne var ki Kıbrıs Türk kesiminde bir kesim var ki Türkiye’nin adadaki Türklere sağladığı askeri, ekonomik, siyasi güvenceyi Rumlarla birleşmenin önünde bir engel olarak görüyor ve Türk askerini tıpkı Rumların söylediği gibi “işgalci” olarak adlandırıyor.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli böyle bir ortamda Kuzey Kıbrıs’taki seçimlerin sonucunu “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli, Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı almalı” şeklinde yorumladı ve ardından MHP’nin meclis grubu toplantısında “81 Düzce’den sonra 82’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olması artık hayat memat konusu haline gelmiştir” diyerek Kıbrıs’ın anavatana katılmasının ölüm kalım derecesindeki önemine değindi. MHP Lideri’nin sözleri, Rumlarla ortak bir gelecek tasavvuruna kapılanları rahatsız ettiği gibi CTP’nin kardeş partisi CHP’nin de dengesini bozmuş olacak ki Özgür Özel “Dünyaya 'Kuzey Kıbrıs'ı tanıyın' diyorsanız önce kendiniz tanıyacaksınız. Oranın iradesine saygı duyacaksınız" diyerek akla aykırı bir beyanda bulundu. Sayın Bahçeli “Türkiye, Kıbrıs’ı ilhak etsin, askeri harekatla topraklarına katsın” gibi bir cümle kurmadığı gibi, Türkiye’ye katılma kararını KKTC parlamentosunun kendi iradesiyle alması gerektiğini söyledi.
Kıbrıs’ta bir oldubittiyle adayı Rum hakimiyetine sürükleyecek planların devreye alınması Kıbrıs Türklüğünün garantörü olan Türkiye adına kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’nin “müstakil Kıbrıs Türk devleti” politikası adadaki Türk varlığının sürekliliğini güvence altına alan yegane yoldur. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti iki toplumlu bir yapıyla kurulmuş ve başarısız olmuştu. Bu başarısızlığın nedeni Türk toplumumun uyumsuzluk göstermesi değil, adayı enosis planıyla Yunanistan’a bağlamak için Türklerin önce siyasi hakkını sonra canını budamaya kalkan Rumlar’dı. Kıbrıs’ın yakın tarihini en çok Kıbrıslı Türklerin unutmaması ve yine aynı olayların yaşanmaması adına Kıbrıs Türklüğünün yaşam hakkına dört elle sarılması gerekir.
Rumlar federasyon görüşmelerinde garantörlük mekanizmasını “çağdışı” bularak Türkiye’nin adadaki askeri varlığını sonlandırmasını istiyorlar. 1963 ile 1974 arasında Türk köylerinde kadınları, çocukları, yaşlıları kurşunlayıp çukurlara gömen, “Kanlı Noel” gecesi Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın üç çocuğunu ve anneleri Mürüvvet Hanım’ı küvetin içinde kurşuna dizen Rumlar Türklere çağdaşlık öğretebilecek bir topluluk değildir. Kıbrıslı Rum AB’ye üye olduğu için medeni ve çağdaş, Kıbrıslı Türk, Türk ve İslam medeniyetinden geldiği için yoz ve geri değildir. Kıbrıs’ta Türk kırımı yapılırken Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başında bulunan Makarios’un bir “başpiskopos” olduğunu da unutmamak gerekir. Şu halde tarihi ve güncel gerçekler ortadayken Kuzey Kıbrıs’taki siyasetçilerin hiçbirisi “Bırakın da Rumların marabası olalım” diyerek Rum’un ve Yunan’ın kucağına Stockholm sendromuyla atlayamazlar. Onlar bu gayeyle hareket etseler bile Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Türklüğünün kanıyla kimseye kumar oynatacak değildir.