27 Şubat çağrısı ve maskesi düşen taşeronlar
“PKK’nın anlam yoksunluğu ve aşırı tekrarı, ömrünü tamamlamasına ve feshini gerekli kılmasına yol açmıştır. Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir. Bu koşullarda silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihî sorumluluğunu üstleniyorum. Devlet ve toplumla bütünleşme adına kongrenizi toplayın, karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”
27 Şubat 2025 tarihinde terör örgütü PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan tarafından yapılan bu açıklama ve çağrı, yıllardır “bizim önderimiz Apo” söylemini benimseyen PKK’nın tüm bileşenlerini doğrudan ve tartışmasız biçimde bağlamaktadır. Bu çağrının dışında sergilenecek her tutum, açık ve net bir inkâr anlamına gelecektir. Maskeleri bir kez daha düşürecektir.
Bu inkârı kim gerçekleştiriyorsa bilinmelidir ki ABD ve İsrail’in bölgesel hedeflerine hizmet eden bir pozisyonda durmaktadır. Madem bugüne kadar “bizim önderimiz Apo” söylemi üzerinden bir duruş sergilediniz; o hâlde aynı “önder”iniz, “Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir” dediği hâlde, bunun hilafına talepler üretmek ve bu çağrının aksine yeni fitneler oluşturmak kime ve neye hizmet etmektedir?
Bugün Kandil–DEM–YPG üçgeninde birbirine bağlı bazı unsurların tam da bu yönde talepler üretmesi ve ortamı provoke etmesi, meselenin özünü açıkça ortaya koymaktadır. Kendi kurduğu terör örgütüne silah bırakma ve fesih çağrısı yapan Öcalan’ın açıklamasında, İmralı’dan çıkmaya dair tek bir talep dahi yokken; “Öcalan’a özgürlük” mitingleri düzenlenmesi, Kandil’den bu yönde ısrarlı açıklamalar yapılması, toplumu tahrik etmeye ve “Terörsüz Türkiye” sürecini gölgelemeye dönük bilinçli bir çabadan başka bir şey değildir. Bu tutum, doğrudan ABD ve İsrail’in bölgesel hesaplarına hizmet etmektedir.
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli de bu noktaya, son açıklamasında bir kez daha açık ve net şekilde dikkat çekmiştir:
“Ancak şunun da unutulmamasını ümit ediyorum; PKK’nın kurucu önderliğinin 27 Şubat 2025 tarihli çağrısında, cezaevinden çıkma ve özgürlüğüne kavuşma talebinin bulunmadığı ortadadır.
Bu çağrı bizim için tek bağlayıcı metindir.
Bundan mülhem, DEM Parti’yle bölücü terör örgütünün tüm bileşenlerinin 27 Şubat çağrısının hilafına tavır ve tutum içinde olmalarının, ‘Terörsüz Türkiye’ hedefini sekteye uğratmasa bile yavaşlatacağını değerlendiriyorum.
27 Şubat çağrısını hiç kimse gözden uzak tutmasın; bu çağrının gölgelenmesine de hizmet etmesin.”
Bu sürecin hedefi zaten adının üzerindedir: TERÖRSÜZ TÜRKİYE. Başka bir hedefi yoktur, gizli ajandası yoktur, satır arası hesabı yoktur.
Bu nedenle “Terörsüz Türkiye” sürecine karşı çıkan ya da bu süreci sulandırmaya çalışan her tutum, farkında olsun ya da olmasın, terörün devamından beslenen bölgesel ve küresel projelere alan açmaktadır.
“Terörsüz Türkiye” süreci yalnızca Türkiye’yi değil; terör örgütlerinin yıllardır istismar ettiği Irak, İran ve Suriye’yi de kapsayan bölgesel bir güvenlik ve istikrar amacını taşımaktadır.
Terör örgütü PKK ve uzantıları şu an ABD ve İsrail’in kucağındadır. Silahını, eğitimini ve yönlendirilmesini onlardan almaktadır. Terör örgütü PKK’nın Türkiye, Irak ve İran üzerindeki hareket alanı kısıtlanmış; yalnızca Suriye’de bir hareket alanı kalmıştır. ABD ve İsrail, Suriye üzerindeki kontrolünü sürdürmek ve ileride daha geniş çaplı kullanmak için YPG (SDG) terör örgütüne her manada sahip çıkmaktadır.
Eğer DEM–Kandil içinde bu konumdaki YPG’nin (SDG) ABD–İsrail taşeronluğuna sahip çıkanlar varsa (ki vardır), onlar elbette “Terörsüz Türkiye” sürecini baltalamak için ellerinden geleni yapacaktır.
Kürtlerin yüzde 70–80’i Müslümanken, Kürt maskesi takarak Müslümanlara zulmeden bir ABD–İsrail taşeronluğu yapmak, başlı başına bir garabet ve ağır bir çelişkidir. Bu gerçeği en başta Müslüman Kürt kardeşlerimizin açık bir ferasetle görmesi gerekmektedir.
“Terörsüz Türkiye” süreci, tam olarak bu garabet ilişkiyi ortadan kaldırmayı; bölgesel istikrarı, dış dayatmalar üzerinden değil, kardeşlik ve ortak kader bilinci temelinde inşa etmeyi hedeflemektedir.
Türkiye’de ya da Suriye’de bölünmeyi talep eden her söylem ve her girişim, ne kadar süslenirse süslensin, ABD ve İsrail’in sesi olmak; onların projelerinde figüranlığa razı olmak anlamına gelmektedir.
İsrail’in devlet aklını ve resmî politik çizgisini yansıtan Haaretz gazetesi açıkça şunu yazmaktadır:
“PKK’nın silah bırakması, İsrail’in çıkarlarını tehlikeye sokabilir.”
Bu itiraf ortadayken, Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” sürecini baltalamak için eş zamanlı olarak fitneler üretiliyorsa; kimin kime, hangi ajandaya ve hangi efendilere hizmet ettiği zaten ayrıca izaha muhtaç değildir.
Tüm bu gelişmeleri en çok da yıllarca terörün gölgesinde yaşam sürmüş Güneydoğu halkı görmelidir. Bu süreçte olmayacak talepleri ortaya süren, yaşanmamış diyaloglar üzerinden fitne çıkararak “Terörsüz Türkiye” sürecini baltalamaya çalışan kim varsa, Türkiye’nin can düşmanıdır.
Terör örgütü PKK’nın kurucusu Öcalan’ın dahi, “Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir.” noktasına geldiği bir aşamada; hâlâ bu başlıklar üzerinden talep üretmeye kalkışan kim varsa bilinmelidir ki ABD ve İsrail’in bölgesel hesaplarında kullanılan ucuz ve şerefsiz figüranlardan ibarettir.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin defaatle “27 Şubat 2025 tarihli bu çağrı bizim için tek bağlayıcı metindir” vurgusunu yapmasının temel sebebi de tam olarak budur: Bu çağrının dışına çıkan her tutum, terörü bitirme iradesine değil; terörden beslenen küresel projelere hizmet etmektedir.