Çok soğuk olduğundan ve bu tarz iklime bünyem alışık olmadığından dışarı çıkma hevesim yoktu. Her taraf karlarla kaplıydı ve artık gözlerim de beyaza doymuştu. Sokaklarda yollar açık olsa bile karlardan oluşan tepecikler kaldırımları işgal etmiş, Aralık ayından kalan karın üzerine hala da kar yağıyordu. Çoğu zaman eğlenceli ve güzel olsa da, hava şartlarını yaşam koşulunu etkilemiyor değildi. Ama insanların alışık olduğu her hallerinden belliydi. Bizim gibi sıcak ülkelerden gelenlerin şaşkınlığı o muhite alışık insanların yüzünde tebessüme sebep oluyordu.

Gitmeden önce mutlaka görüşmeliydim. Moskova’ya kadar gelip de bu insanı ziyaret etmemek benim için büyük hayal kırıklığı olurdu. Arkadaşım Turan’ın akrabası olması nedeniyle tanışabilme şansına eriştim. Aradık, randevumuzu alıp yola koyulduk. Atölyesine davet etmişti bizi. Rusya ve Azerbaycan’ın devlet sanatçısı, ressam Asker Mammadov’un misafiri olduk. Sanki kışı atölyenin kapısında bırakıp geldik. Odaya girdiğimizde çeşitli renkler ve üzerinde işlediği tablolar içimizi ısıttı, gözlerimiz dinlenmiş oldu. Asker bey bizi sıcakkanlı karşılaması da tabi ki ayrı bir güzellik, kendimizi uzak yerlerde değil, evimizde hissettik. Azerbaycan’ın bilim insanı ve Milli Azadlık simge isimlerinden olan Hudu Mammedov’un da misafir kaldığı insanın evindeydik. Hala da akrabası Hudu Mammedov’dan konu açıldığında farklı hisler yaşadığını görmek mümkündü. Hudu Mammedov öyle bir insan ki kitaplara sığmayan bir aydın ve o insan hakkında yazmak cesaret ister.

Atölyesinde olmasına rağmen renklere bulanmış önlüğünün altında beyaz gömlek ve kravatı işine ciddi yaklaşmasının ve bir nevi karakterinin de göstergesi. Tablolarından konuştukça gözündeki gururu hissedebiliyordum. Neredeyse dünyanın her yerinde sergisi olan ressamı dinledikçe o gururu biz de yaşamış olduk. Son zamanlarda Fransızların daha çok eserlerine ilgi göstermesini de bizimle paylaştı. Hayatınızda unutamayacağınız ve sizi etkileyen hangi anılar var’ diye sorduğumda – ‘biliyor musun oğlum, hayatım öyle dolu dolu geçti ki her birinin bende farklı yeri var. Sadece unutamayacağım ve beni etkileyen iki olayı seninle paylaşmak isterim. Bir ressam için en büyük kayıp ne ise onu yaşadım. Yıllardır üzerinde çalıştığım, zamanımı ve ömrümü verdiğim çok değerli eserlerimin bulunduğu eski atölyemde çıkan yangını sanırım hayatımın sonuna kadar unutmam.’ Gözleri doldu, bana yansıtmak istemese de sanatçı duygusunu bastıramadı. Evladını kaybeden baba misali dalıp durdu. Komşuda çıkan yangının atölyesine sıçraması bütün sanat geçmişini yakmıştı. Bazılarının fotoğrafını çektiği için kendini onunla avutuyordu. Ama bu olumsuzluklara karşı asla sanattan vazgeçmedi, soğumadı. Yanan tablolarının yasını şiir yazmakla ve tar çalmakla doldurmaya çalıştı. Onlara şiirle ve tarla ağıt yaptı.

İkinci olay ise Ağdam’ın Merzili köyünde yaşadığı anı oldu. Çocukluğunda yaşasa da bu yaşında bile içler acısıyla, üzüntü ve öfkeyle anlatmasından belli oluyordu ki, Asker beyi derinden sarsmıştı. ‘ köyümüzün aydınlarından ve benim de matematik hocamı sadece öğrencileri değil, köy halkı da çok seviyordu. Sovyetler zamanı ermeniler kumpas kurarak hocamızı bir cinayetle suçladılar. Sonra evini basıp hocamızı yakalayıp götürdüler. Daha sonra onu bir direğe bağlayıp yakıldığının haberini duyduk. O zaman biz öğrencileri bu vahşetin şokunu üzerimizden atamadık. Ben o zaman çocuk aklıyla anladım ki, bu ermenilerle bir yerde yaşamak artık zordur. Sonradan çıkan savaş, yaşanan zulüm ve yapılan soykırımlar ise herkesçe malum.’

‘Ressam olarak en büyük isteğim doğduğum Mezili köyünde sergi müzemin yapılmasıdır’ deyip duvara astığı projeyi bana gösterdi. Rusya’da ikamet edip hala da köyünü düşünen bu ressamı yalnız bırakmadan önce 1967 yılında çizdiği tablosunu bana hediye etmesi beni de duygulandırdı. Tablonun arkasında imzasını atarak şu cümleleri yazdı: ‘ Karabağ’da görüşmek üzere, Elnur Paşa’ya’.

Karabağ’da, doğduğun köy Merzili’de resim sergisinde görüşmek üzere Asker amca. Allah dileklerini kabul eylesin Değerli SANATKAR!