Dün İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 98. yıl dönümünü idrak ettik. Bu öyle bir kurtuluş günüydü ki, Hasan Tahsin’in ilk kurşunla direnişi başlattığı Yunan işgali, İzmir’de Yunan askerlerinin denize dökülmesiyle son buldu. Neredeyse bir asır sonra, İzmir’i kurtaran Kuvâ-yı Millîye ruhu nasıl hâlâ dimdik ayaktaysa, tarihinden ders almayan Yunan’ın Türkiye’ye olan düşmanlığı da henüz sönmüş değil.

Doğu Akdeniz’de ve Ege’de yaşanan gelişmeler, asırlık kuyruk acısının Yunan’a neler yaptırabileceğini gösteriyor. Tüm AB ülkelerini Türkiye karşıtlığında bir araya getirmek isteyen Atina, Türkiye kimin kuyruğuna basıyorsa hepsini bir cephede buluşturmak için çırpınıyor. Yunanistan, hak, hukuk ve meşruiyet gibi kaygıları olmadığından dolayı bölgede her istediğini alabileceğini sanıyor. Bunu tek başına yapamayacağının farkında olan Atina, dış destek toplayabilmek için Türkiye’yi provoke etmekten başka çare bulamıyor.

Meis gibi ufacık bir adayı, hiçbir hukukî dayanağı olmadan öne çıkarıp Türkiye’yi Akdeniz’de dar bir alanda sıkıştırmaya çalışan Atina, iş müzakere masasına gelince yan çizmeye başlıyor. NATO’nun iki ülkeyi müzakere için davet etmesine Türkiye dünden hazırken, Yunanistan meseleyi Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Birliği gibi diğer mekanizmalar çerçevesinde çözmeye çalışıyor. Oysa AB’nin Türkiye’ye bu konuda yapacağı hiçbir telkin hatta alacağı olası yaptırım kararları, Türkiye’yi doğru bildiği yoldan çevirmeye yetmeyecek. Dahası, eğer AB bu ihtilafa burnunu sokar ve Türkiye’ye yaptırım uygulamak gibi tek taraflı bir tutum sergilerse, pamuk ipliğine bağlı olan AB adaylık sürecinin devam etmesini beklemek abes hâle gelir.

İki ülke arasındaki anlaşmazlık, ne Meis Adası’na üç beş askercik çıkarmakla ne de D AB’nin göstermelik yaptırımları ya da Türkiye’ye yönelteceği suçlamalarla çözülebilir. Bu mesele bir çözüme kavuşacaksa, o da ancak Yunanistan’ın masada Türkiye’nin karşısında oturmasıyla mümkün olacaktır. Dayatmalarla, dışarıdan telkin ve tehditlerle Türkiye’nin taviz vereceği, geri adım atıp Yunan tezlerini kabulleneceği sanılmamalıdır. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin Yunan tezlerini kabullenmesini değil, hukuk ve meşruiyet temelli Türk tezlerinin herkesçe kabul edilmesini beklemek doğru olacaktır.

Türkiye, 2003’ten beri eşitlik ve hakkaniyet temelinde sorunun çözümü için Yunanistan’a davette bulunmuş ancak dostane ve yapıcı bir cevap alamamıştır. Sorunun devamını kendileri için çözüm sanan basiretsiz Yunanistan, mevcut çözümsüzlüğü kendi girişimleriyle artık sürdürülemez hâle getirmiştir. Tansiyonu bu noktaya çıkarmış, meseleyi NATO içerisinde bir mesele haline getirmiş olan Yunanistan, bu noktadan sonra statükoyu sürdüremeyecek, Türkiye ile baş başa müzakereden kaçamayacak duruma gelmiştir.

NATO’nun iki ülke arasında teknik görüşme yapılacağını duyurmasından sonra Atina’nın çıkıp bunu yalanlaması, Yunanistan’ın kaçak güreştiğine delalet etmişti. Ancak, Yunanistan’ın ayak diremesine ve sabote etme girişimlerine rağmen bugün NATO Karargâhı’nda Türk ve Yunan askerî heyetleri arasında gerçekleştirilecek görüşme, Atina’ya müzakereden kaçışın artık mümkün olmadığını göstermiş olsa gerektir.

Türkiye gibi NATO’nun en büyük müttefiklerinden birine karşı agresif ve hasmâne tavır takınan, Türkiye’nin ve tüm Doğu Akdeniz bölgesinin güvenliğine risk oluşturan Yunanistan, NATO’da kurulan müzakere masasında Türk askerlerinin karşısında ter dökmeden, yaptıklarından dolayı pişman edilmeden bu defter kapanmayacaktır.

Türkiye’nin masada ve sahada kendine güvendiğini cümle âlem görmüştür. Bunu göremeyen, görmek istemeyen ya da gördüğünü bir türlü kabullenemeyen Yunanistan da Türkiye’nin şakasının olmadığını er geç anlayacaktır. NATO’nun iki ülke arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapmak istemesine Yunanistan’ın engel olmaya çalışması da ancak bunun korkusundan kaynaklanıyordur. Ancak korkunun ecele faydası olmayacaktır.