Ülkemiz, doğu ve batı kültürünü sentezleyen, farklı medeniyetlerin beşiğidir. Türk dünyasının da merkezi konumundadır. Ayrıca İslam dünyası ile Hristiyan dünyasının karşılaşma bölgesinde bulunur. Batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya kültürü ve güneyden Afrika ve Arap kültürü ile çevrili olan ülkemiz, âdeta dünya kültürlerinin de kesişme noktasındadır. Gerek özel gerekse jeopolitik ve coğrafi konumundan dolayı küresel güç odakları her zaman ülkemizi takip eder ve ellerine geçen her fırsatı değerlendirmede çok maharetlidirler. Dolayısıyla geçmişi çok iyi analiz etmek, notlar çıkarmak, dersler almak ve bugünler için hareket kabiliyetimizi geliştirmemiz son derece önemlidir.

Küresel güç odakları her alanda imrenilecek oldukları kanısının oluşması ve bu kanının yayılmasını sağlamak için her fırsatı değerlendirir. Kendileri söz konusu olduğunda insanların belleğinde “teknolojide ileri, modern, hürriyet ve demokrasinin beşiği, son derece barışçıl ve insan haklarına saygılı bir yönetim ve bu ortamda refah içerisinde yaşayan mutlu insanlar” gibi pozitif kavramların uyanması için her şeyi yaparlar. Amaçları tamamen üfürülmüş hayali kavramlarla geniş insan kitlelerinde gerçekmiş gibi hayranlık uyandırmak ve kendilerine özendirmektir.

Ülkemiz tarımı ne zaman toparlanmaya çalışsa, ne zaman güzel şeyler yapılmaya başlanılsa anında düğmeye basılır. Tarımsal üretimde saf dışı bırakma ve etki alanı genişletme operasyonlarıyla, köylerde şehir yaşamına özendirmelere başlanıldı. Bu operasyonların ardından köylü kadınları, markette yoğurt daha ucuz gibi bahanelerle ineklerin elden çıkartılmasını sağladı. Aynı yaklaşımla, markette yumurta ve tavuk eti daha ucuz, hem de kolay pişiyor diyerek kümesleri dağıttırdılar. Köylerimizde genç kızlar, televizyondan ve sosyal medyadan fazlasıyla yararlandırıldı. Özendikleri şehirli kızlar gibi olabilmek için birçok fedakârlığa çoktan hazırdılar. Evlenir evlenmez genç eşlerine büyük baskılar yaparak şehirde iş bulmasını ya da en azından yakındaki ilçeye taşınmaya zorladılar ve başarılı da oldular.

Birazcık geçmişe, Kurtuluş Savaşı’nı takip eden yıllara gittiğimizde ülkemiz, Batı’nın beklentilerinin aksine, uyguladığı milli içerikli tarım politikaları sayesinde kısa zamanda toparlanmaya başlamış ve bölgede önemli bir tarım ürünleri ihracatçısı durumuna gelmiştir. Ülkemizin tarımdaki güçlenmesini Batı strateji merkezleri kaygı ile izlemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü sonrası başlatılan; uygun zemin yaratma, etki alanı genişletme, tarımsal rekabetin önlenmesi ve tarımsal üretimde dışa bağımlı kılma operasyonları, meyvesini 1950’lerin başlarında vermeye başlamıştır. İlk etapta Tarım Bakanlığı Batılı uzmanlar ile doldurulmuş, Bakanlığa yerleşen bu uzmanlar Batı’nın şekillenmiş tarım politikalarını ülkemizde adım adım hayata geçirmeye başlamışlardır.

Henry Kissinger, 1972’de “Petrolü kontrol edebilen, ülkeleri kontrol eder. Gıda maddelerini kontrol edebilen ise halkları kontrol eder.” demiştir. Bu söz öylesine söylenmiş bir söz değildir. Bu sözlerle ifade edilen ana strateji doğrultusundaki hedef; önümüzdeki yüz yıl içerisinde küresel anlamda “gıda potansiyeline hâkim olan, yöneten; tüm insanlığa da hâkim olur, yönetir” anlamını taşımaktadır.

Küresel güçlerin o zamanda attıkları tohumların meyvelerinin ısrarla toplanmasına devam edilmek istenmektedir. Birazcık sorgulama ve ilişkilendirme kabiliyetimizi kullanalım, herkesi ve her kesimi bir şablona getirmek; Batılıların, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkeleri daha rahat kontrol etmek için kullandıkları bir yöntemdir. İstedikleri gibi, tek şablona getirilmiş bir tarım sektörünü yönetmek oldukça kolaydır. Batı bunu kendi içinde yapmamaktadır. Ancak bizim gibi ülkelere dayatılmaktadır.

Hatta kanunlarımızı bile buna göre hazırlamamız hususunda yer yer baskı da yapılmaktadır. Bunun için de yerli firmalarla ortaklıklar kurmakta, tarımsal birlikler de ve tarımsal örgütlenmeler de, yerli firmalar vasıtasıyla temsilciler bulundurmaktadırlar.

Ülkemizin tarım potansiyelinin fotoğraflarını iyi analiz etmeli, uygun kareleri bir araya getirmeli ve artık büyük fotoğrafı görmeliyiz.

Yerli ve milli, dışarıya bağımlı olmayan, plan ve programlara yerli müdahalelerde bulunulabileceğimiz bir tarım olgusuna ihtiyaç söz konusudur.

Dayanışma kültürünü arttıran, insani bilinci perçinleyen, sosyal politika önceliği sağlayan bir tarım olgusuna ihtiyaç söz konusudur. 

Güçlü yarınların teminatı için “yerli” ve “milli” plan, proje ve teknoloji hamlesini gerçekleştirecek bir tarım olgusuna ihtiyaç söz konusudur.

Ülkemizin tarımdaki rekabetçi gücü, üretim çeşitliliği ve standartlarıyla bölgesinde lider pozisyona getirmek için “milli bir tarım inşasına” ihtiyaç vardır.