Uzun zamandır “tarım siyaset üstü olmalıdır” derken diğer taftan da “tarım siyasetin merkezindedir,” tezini savunmaya çalışıyorum. Hatta “siyasetsiz tarım olabilir ama tarımsız siyaset olamaz” diyorum, diyenlerdenim. Dolaysıyla “tarım, siyaset ve devlet ilişkisini” ciddi manada anlamlandırarak, bu üçlü yapı arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışacağım.

Bu üçlü yapı aslında tek başlarına bir şeyler anlatsa da üçü bir arada olduğunda, daha da büyük ve derin bir yapıyı ifade ediyor. Dolaysıyla “tarım inkâr edilemez, siyaset kurumsallık, devlet ise gerçek bir yapıdır.” Ancak hangisi daha öncelikli, hangisi diğerinin oluşmasında daha etkilidir bunun bilinmesi bizler için çok önemlidir.

Bu üç değerin ayrı ayrı ele almak birinin diğerine üstünlüğünü açıklamak anlamını taşımaz. Ancak üçlü kombinasyonun içinde değerler ifade eden oluşumlardan söz edilebilir. Bu manada üçünün hangisinin önce geldiğini, ya da önce yazılması gerektiği hakkında bir ziraat mühendisi olarak zorlansam da aslında bu üçünü de birbirinden ayıramayız. Birisi varken diğerleri de olmak zorunda. “Tarım, siyaset, devlet”; “et-tırnak-kan” benzerliğini rahatlıkla kurabiliriz.

Görünüşte devletin öne alınması gerekir, zira devlet kendini oluşturan ve ona temsil gücü veren bir yapının adıdır. Ancak siyaset olmadan devlete gidilemiyor. Sistem, insanı bir arada tutacak değerlerden oluşan bir yapı (devlet) ve bu yapıya götüren bir kurumsallık (siyaset) olmak zorunda. Hangi rejimde olursa olsun siyaset, devleti idare etmeye talip olanları bir araya getiren bir olgunun adıdır.

PEKİ BUNLAR ARASINDA TARIMIN YERİ NEDİR?

Siyaset ve devlet ikilisi sosyal ağırlıklı bir yapıdır. Tarım ise bu üçlüde teknik olarak ve hitap ettiği genişlik ve değerler açısından devleti oluşturanların mutlak ihtiyaç duyduğu durumu ortaya açıkça koyar.

Benim derdim bu üçlüyü irdelemek, tenkit veya teyit etmek değil! Ülkemizin içinde bulunduğu temel zorluklar içerisinde ayrı bir yeri olan tarımı, kendini oluşturan elemanları ile ele alıp siyaset ve devlet kurumlarına ciddi bir proje ile götürülmenin çabası içinde olmamızın gerekliliğinin derdindeyim.

Bundan bin yıl geriye gidelim. Anadolu’ya Türklerin geldiği yerleri ve sebeplerini düşünelim. Buna farklı yaklaşanlar olabilir ama ana sebebin Ata yurdunda meydana gelen kuraklığın yerleşik insanını yeni yurtlar edinmeye zorladığı bir gerçektir. Bu cümleden hareketle bir yeri yurt tutmamız buradan devlete gitmek için siyaseti aracı kılmamız yetmiyormuş. Burada olduğu gibi esas olan gıda kaynaklarına ulaşmaktır.

İlk toplumlara gidelim, ortada devlet ve siyaset yokken bile insan ilk önce gıdaya ulaşmayı, sonrasında artanı satabilmek için pazar yeri aramayı veya başka yerlere gitme ve yeni gıdaları arama çabası içinde kendilerini zorlamışlardır. Daha sonra hak-hukuk kavramları arkasından gelmiş; en sonunda ise kurumsallığa ihtiyaç duyulmuş. Gerek ilk toplumlara gerekse bin yıl geriye gittiğimizde: Üretim olmadan, ticaret; ticaret olmadan hak, ardından siyaset- devlet zincirlemesi oluyor.

Tarım (üretim), devlete ve siyasete giden yolu açıyor diyebiliriz. Bunu anlamak için çok da bilimsel düşünmeye gerek yok. Üretim hareketi, hareket ekonomiyi, ekonomi kuralları, kurallar bir yapılanmayı, yani devleti doğurur. Devlete gitmek herkesin işi olmayacağına göre burada aklı erenlerin ya da yeterince bilgi sahibi olanların kurumsallığa duyduğu kurum siyasettir diyebiliriz.

Son söz: Tarımın esas elemanı üreticiler-çiftçilerdir. Köklerini derinlere salmış bir ülkede çiftçiler-üreticiler bu yapının önemli vatandaşları olmalı ve hatta bazı durumlarda ayrıcalıklar da verilmelidir. Sağlıklı ve adaletli toplumlar için öncelik kendi vatandaşlarını hakkıyla doyuracak bir yapı oluşturmak, ardından da siyasete ve devlete gitmek esas olmalıdır. Aksi durumda kaynakları tüketilen, üretimi olmayan, bağımlı bir toplumda siyaset, devlet, ahlak ve hukuk olmaz.

Sağlıcakla kalın. İyi pazarlar dilerim.


Kaynak; Pusulahaber