Bir mahalleden cenaze çıktığında saygısızlık olmasın diye kimse yüksek sesle gülmezdi. Bu cenaze daha yakındaysa kimsenin evinde TV, radyo vs. açılmazdı. Eğlenceler, düğünler ertelenir, mecburi hâllerde de cenaze sahibinin rızası alınırdı. Bu durumun elbette ki dinî bir yönü yoktu. Sadece milletimizin paylaşma duygusunda yatan ferasetti. Bunun anlamı “senin acını paylaşıyorum” demekti.

Biz, tarihler boyu sevinçte ve kederde, ortak tasa ve ülkü etrafında birleştiğimiz için alicenap bir millet olarak anıldık. Paylaşma ve dayanışma duygusunu yitirmediğimiz için ayakta kaldık. Zor günleri ve çetin badireleri aynı hevesle atlattık. Nice engelleri el birliği ile omuz omuza mücadele ederek aştık.

Bu duygular elbette silinmedi, silmeye de kimsenin gücü yetmedi. Tüm TV ve radyo kanallarında ortak yayınlanan “Tek Yürek” bağış kampanyası da bunun ispatlarından biri oldu. Türkiye tek yürek oldu ve kimi kefen parasını kimi son lokmasını kimi de kumbarasındaki parasını bağışladı. Milletimizin yüreğiyle seferber olduğu hâlisane niyetler inşallah amacına ulaştı. Umudumuz arttı, milli birlik ve beraberlik ruhumuz tazelendi.

Ne yazık ki…

Az da olsa bu duyguları tahrip etmek, buradan siyasi bir avantaj sağlamaya çalışmak, depremzedelerin yaralarını kanatmak, acılarını artırmak, bilerek veya bilmeyerek enkaz üzerine sosyal enkaz yığmak isteyenler de oldu.

Enkaz kalkmadan, insanlarımızın cenazesi toprağa dahi verilmeden yalan, iftira ve “seçim tarihi” derdine düşenler peydahlandı.

Sürekli dillerine pelesenk ettikleri “engelleniyoruz” yalanını asrın felaketinde de dillendiren belediye başkanları oldu.

ABB Başkanı Mansur Yavaş, yaşanan depremle ilgili olarak başka bir afetten örnek verdi. 14 Şubat’ta Özlem Gürses’e yaptığı açıklamada, “Gönderdiğimiz araçlar şehre sokulmadı” dedi. Ertesi gün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu bir TV kanalına çıktı ve o da, “Mansur Başkan doğru söylüyor, yardımlarımız engellendi” dedi. Bu sözlerin yalan ve iftira olduğunu yine kendileri itiraf etti.

Depremin yaşandığı ilk günlerde Hatay Havalimanı’nı onardıklarını, İskenderun Limanı’ndaki yangını söndürdüklerini kendileri söyledi. Bu işlerin bir parçası oldukları doğruydu ama tamamını kendilerinin üstlendiği de yalandı.

Madem engelleniyorlardı da Hatay ve İskenderun da bu dediklerini nasıl yaptılar?

Şıracıların yardımına yetişen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu deprem bölgesinde yaptığı bir açıklamada, “Bizim büyükşehir belediyelerimiz her yere ulaşıyor da devlet neden ulaşmıyor?” diyordu. Madem yardımlar engelleniyordu da nasıl oldu da her yere ulaştınız? Madem ulaştınız, o zaman niye “devlet yok” diye feveran ettiniz? O belediyeler başka bir devletin mi kurumu? Onları yönlendiren ve koordine eden hangi devletti?

“Tek Yürek” kampanyası esnasında bağışta bulunan iş adamlarını Twitter hesabı üzerinden “Sevgili Beşli Çeteler, bu akşamki bağış performansınız gözlerimi yaşarttı. Dekontları mutlaka saklayın; onları 418 milyar dolarlık borcunuzdan düşeceğim” sözleriyle hedef alan yine Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi değil miydi? Burada bile şov yapmaya çalışmadı mı? 

Yaşadığımız büyük felaket karşısında hangi ülke eksiksiz hareket edebilirdi? Elbette ki eksik kaldığımız, yetişemediğimiz taraflar da oldu. Ama o açığı kapatmak için verilen mücadeleye de milletimiz şahitti.

ABD başta olmak üzere Avrupa ülkeleri de Türkiye’deki depremin yıkıcı etkisiyle baş etmenin zor olduğunu söylerken, muhalefetimiz nasıl oldu da buradan siyaset üretme pervasızlığına düşebildi?

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, “O yapmadı ben yaptım, o gelmedi ben geldim, o yetişemedi ben yetiştim tartışması ve ayrışması deprem kadar yıkıcıdır, mağdur insanlarımıza, ebediyete irtihal eden vatandaşlarımıza saygısızlık ve haksızlıktır. Ön yargılı tavırlardan bıktık, peşin hükümlü zihniyetlerden usandık, fırsat düşkünü alçaklardan tiksindik” derken çok doğru bir noktaya değindi. Her afette siyaset üreten bu aymazlıktan hem usandık hem de tiksindik artık.

Allah böyle bir felaketi de, felaket üzerinden parmak hesabıyla oy kapma yarışına giren muhalefeti de düşmanımızın dahi başına vermesin…