Bir süredir oldu olacak diye beklenen gelişme geçen Pazar günü gerçekleşti. ABD’nin ülkeden ayrılacağını açıklamasından sonra adım adım kontrol ettiği alanları genişleten Taliban, başkent Kabil’e girdi ve bir anlamda yirmi yıl öncesine dönülmüş oldu.

ABD eli boş bir şekilde ülkeden ayrılırken Taliban yeniden ülkenin yönetiminde söz sahibi oluyor.

ABD’nin bir hafta öncesine kadar dile getirdiği Taliban’ın başkente girişinin üç ayı bulacağı yönündeki istihbaratı aslında ABD’nin yirmi yıldır Afganistan’ı hiç tanıyamamış olduğunun bir göstergesi. Yirmi yıldır onca askerî personel, onca istihbarat personeli ve mali/ekonomik güçle ülkeyi işgal eden ABD sahadaki durumu analiz etmekten aciz olduğunu böylelikle göstermiş oldu. ABD Başkanı Biden, “Kabil ikinci Saygon olmayacak” demişse de ABD sefaretinin Kabil’den kaçışı Saygon’daki geçmişi hatırlattı. ABD için ikinci Vietnam olan Afganistan, uzun süren bir işgalin ardından karmaşa içinde ve belirsizlikle karşı karşıya kaldı.

Gelinen son nokta, aslında bölgeyi takip edenler için pek de şaşırtıcı değil. ABD işgali başladığında 1996-2001 arasında Afganistan’da yönetimde olan Taliban iktidardan uzaklaştırılmış olsa da Taliban esasen hiç bitmedi. Halk arasına karışan, kısmen de güvende olacağı için Pakistan topraklarına yerleşen Taliban, ABD’nin ülkeden ayrılmasını ya da güçten düşmesini sabırla bekledi.

ABD’nin uzun süren savaştan yorulması ve ülkedeki varlığını kademeli olarak sona erdirmesi gündeme geldiğinden beri, Taliban daha gözle görülür, adından söz ettirir oldu.

Son bir iki aylık süreç, Taliban’ın ABD’nin hedefine ulaşmaktan çok uzakta olduğunu gözler önüne serdi.

Bir bir işgal edilen şehirler, yakın zamanda Kabil’in de Taliban kontrolüne gireceğine işaret ediyordu. ABD’nin tahmin ettiğinden çok daha hızlı bir şekilde ilerleyen Taliban, artık Başkent dahil ülkenin neredeyse tamamını kontrol eder hale geldi. ABD’nin icazetiyle görevde olan Eşref Gani’nin ülkeyi terk etmesiyle, Afganistan’da merkezî otorite resmen yıkılmış oldu. Artık Afganistan’da ikinci Taliban rejiminin fiilen başladığını söylemek mümkün.

Son günlerde gelinen bu noktanın ABD’nin yanlış politikalarından değil de Afganistan’ın iç siyasi ve idari yapısından kaynakladığını, Pakistan’ın da bu durumdan sorumlu olduğunu yazanlar göze çarpıyor. Sanki ülkedeki yıkımda ABD’nin hiç payı yokmuş gibi, Afgan hükümetinin yolsuzluğa batmış olması ABD’li uzman ve siyasetçiler tarafından öne çıkarılıyor.

Taliban’ın merkezî otoriteyi sona erdirmesinin ABD’nin acziyetinden değil de Afganistan’ın iç dinamiklerinden kaynaklandığı intibaı yaratılmak isteniyor. “ABD iyi niyetiyle bir ülke inşa etmek, demokrasi götürmek istedi ancak Afganlar buna engel oldu” algısı oluşturulmaya çalışılıyor.

Bununla birlikte, Pakistan ile Taliban arasındaki ilişkiye atıfla, Afganistan’daki son durum için Pakistan’a sorumluluk yüklenmek, böylelikle de Afganistan’ı çöküşün eşiğine getirenlerin ABD olmadığı izlenimi oluşturulmak isteniyor. Durumun hiç de böyle olmadığı ise apaçık ortada.

Geçmişte İngiliz ve Rus imparatorluklarına teslim olmayan Afganistan, ABD’yi de bu listeye ekledi.

ABD günah keçisi aramakla meşgul olsa da, büyük bir hüsran ve ABD gücünü sorgulatacak bir hezimetle Afganistan’dan ayrılmak durumunda. Kabil’in düşmesiyle sadece ABD’nin inşa etmeye çalıştığı sistem yıkılmadı, ABD’nin her şeye muktedir olduğuna dair algı da sarsıldı.

Dolayısıyla, bundan sonrası Afganistan için olduğu kadar ABD için de yeni bir dönem olacak.

Afganistan kaos ile boğuşurken, bu kaosa sebebiyet veren aslî unsur olan ABD’nin kapasitesi ve otoritesi sorgulanacak. ABD’nin bölgeden apar topar gidişinin küresel siyasete yansımalarının ne olacağı, bundan sonraki süreçte en çok tartışılan başlıklardan bir olmaya aday.