Bazı muhalif köşe yazarlarının “Beka kaygısı mutfaktaki yangını bastırdı” teziyle açıkladıkları “Neden kaybettik?” sorusu, bir yönüyle haklılık payına sahipken madalyonun diğer yüzünde pek de parlak neticelere varmıyor.

Muhalefetin HDP desteği pahasına milli hassasiyeti ağır basan Karadeniz’i, İç Anadolu’yu görmezden geldiği, hatta ‘evdeki bulgur’ niteliğindeki bazı İYİ Parti oylarını eteğinden düşürdüğü kuşkusuz doğru.

Fakat tüm oy verme işleminin beka ekseninde döndüğünü iddia etmek son derece yanıltıcı değerlendirmelere gebe.

Türk halkı ekonomik tabloyu tamamen görmezden gelerek sadece HDP’nin “İmralı, özerklik, kayyum, cezaevindekilerin salınması” gibi söylem dağarcığına, sadece PKK’lılardan Kılıçdaroğlu’na akan övgü deryasına göre mi pozisyon aldı?

O zaman milletvekilliği seçiminde muhalif partilere, cumhurbaşkanlığında Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren, ülkenin yaklaşık olarak yarısına denk düşen seçmenle ilgili verilecek genel hüküm de “Türkiye’nin bekasına sahip çıkmayanlar”a, “terör partisinin değirmenine su taşıyanlar”a  mı bağlanmalı?

Ülkenin neredeyse yarısını terörle aynı kirli çuvala sokmak korkunç bir düşünce olur.

İki yaklaşımın da gerçeklerle arasında bazı açıklıklar var.

21 yılı deviren AK Parti iktidarının ekonomik açıdan en sıkıntılı günlerini yaşadığımız doğruydu.

Pandemi, dolar kuru, enflasyonun yükselişi, Rusya-Ukrayna savaşı, Kahramanmaraş merkezli depremler gibi majör hadiselerin başka türlü sonuç vermesi zaten düşünülemezdi.

İnsanlar sandığa giderken bekaya dayalı kaygılarıyla beraber, ekonominin bu savruk hâlini kimin toparlayabileceği, büyük dalgalarla boğuşan gemiyi sağ salim limana kimin yanaştırabileceği sorularını da yanlarında götürdüler.   

Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde parlak bir ekonomik tablo oluşmuştu. Yine olabilirdi. Erdoğan karşısında yuvalanan ittifakınsa güvenirlik endeksi düşüktü.

İlk tur sonuçlarından sonra muhaliflerin beddua seansları düzenlediği depremzedeler de aynı psikolojiyle oy verdiler.

Hayatları birkaç dakikada tarumar olan birçok deprem mağduru, yaşam normallerine dönebilmenin en hızlı ve güvenilir yolunu Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destekte gördüler.

Hizmet siyasetini, istikrarı, uzlaşıyı, bunun yanında terörle mücadeledeki başarıyı, göğüs kabartan savunma sanayii ürünlerini bir paket içerisinde değerlendirdiler.

Enkazın altına hükümeti de sürüklemek isteyen CHP, uzun yıllardır yönettiği Hatay’daki ağır deprem bilançosundan sorumlu olan Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ı görevden aldı mı? İlk hesabı ona sordu mu? Depremzedelere ve diğer seçmenlere daha parlak bir gelecek portresi çizebildi mi?

CHP’nin 11 büyükşehir belediyesindeki 4 yıllık hizmet karnesi, seçmeni vaat bombardımanına tutan Kemal Kılıçdaroğlu için temel başvuru kaynağı oldu.

Hizmet konusunda bir ayak izi bırakamadıkları hâlde tatil görüntüleriyle, genel siyasete bulaşma meseleleriyle anılan CHP’li belediye başkanları ve onların siyasi dizginlerini elinde bulunduran Kemal Kılıçdaroğlu vizyon konusunda sınıfta kaldı.

Bu başarısızlık siciline ve HDP-PKK’nın görünür desteğine rağmen ikinci turda yüzde 48’e yakın oy alması bile mucize oldu.

Zannımca muhalif seçmenin ekserisi, HDP-PKK’nın muhalefet blokuna olan rahatsız edici yakınlığına rağmen, genel gidişattan duydukları kaygıyı bazı muhalif liderleri teröre karşı bir emniyet supabı olarak görmekle mandallayarak tercihlerini şekillendirdiler. 

Dolayısıyla ne yüzde 52’lik iktidar seçmeni “İlk defa boş tencere iktidar götürmedi” denebilecek bir sığlıkta Türkiye’nin ekonomik geleceğini yabana atan bir tercihte bulundu, ne de yüzde 48’lik muhalif seçmen “Terörle iş birliğine onay verdiler” gibi son derece sakat bir mantığa oturan bir anlayışla hareket etti.

PKK’lıları, FETÖ’cüleri parantez içine almak kaydıyla Türk toplumunun genelinin oldukça benzer kaygı ve beklentilerden iki ayrı sonuca ulaştığını düşünüyorum. Bu seçimde ‘hizmet siyaseti’ ile ‘beka’ kol kola yürüdü. Seçmenin çoğunluğu kendisine her anlamda güven veren adaya “geç” , diğerine “dur” dedi.