Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma süreci (Brexit) ülkenin siyasî ve ekonomik istikrarını tehlikeye attı. AB ile yapılan anlaşmaları Parlamentonun onayına sunan fakat Parlamentodan destek görmeyen Therasa May’in istifası, ardından da Brexit’in ateşli savunucularından Boris Johnson’ın Başbakanlığa yükselişi, belirsizliği iyice arttırdı. Geçtiğimiz hafta alınan “Parlamentoyu askıya alma” kararı, siyasî durumu hiç olmadığı kadar kötüleştirdi.

Bugünlerde İngiltere’de AB içinde kalma ihtimâlinin giderek azaldığı, ancak bu ayrılığın AB ile varılan bir uzlaşma ile olmayacağı değerlendirmeleri ağır basıyor. Başbakan Johnson’ın anlaşmasız ayrılık için hazırlandığı, hatta Parlamentonun askıya alınması kararının da bunu mümkün kılmak için alındığı söyleniyor. Beş hafta boyunca Parlamentonun çalışmayacak olmasının anayasa tartışmaları başlattığı bir yana, ülkenin istikrarının bu gidişattan olumsuz etkileneceğini hemen herkes görüyor.

AB ile Birleşik Krallık arasındaki durumun nasıl şekilleneceği, 31 Ekim olarak öngörülen ayrılık tarihi gelip çattığında daha net ortaya çıkacak. Bir diğer taraftan, meselenin uzun vadeli ve daha köklü sorunlar açabileceği konuşuluyor ki bunlar da yakın gelecekte ülkenin kaderini derinden etkileyebilir. Bunların başında AB’den ayrılanın sıradan bir ulus-devlet değil aslında dört kurucu devletten oluşan bir devlet olmasından kaynaklanıyor. İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın bir araya gelmesiyle oluşan, resmî adı “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı” olan Birleşik Krallık’ta, Brexit sürecinin İskoçya ve Kuzey İrlanda ile ilgili ciddi sorunlara yol açabileceği görülüyor.

Ülkenin siyasî tarihine bir bakmak, güncel tartışmaları anlamaya yardımcı olacaktır. Şöyle ki, Kraliçe 1. Elizabeth’in veliaht bırakmadan vefatının ardından Mayıs 1603’te İskoçya Kralı 4. James’in İngiltere Kralı unvanını da taşımaya başlamasıyla İngiliz ve İskoç Krallıkları tek bir kişide toplandı. Ülke tek bir kral tarafından yönetilmiş olsa da esasen İskoçya bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürdü. 1707’de İskoç ve İngiliz Parlamentoları “Birlik Antlaşması” (Treaty of Union) adıyla bir antlaşma imzaladı. Her iki parlamentoda kabul edilen “Birlik Yasaları” sonrasında antlaşmanın 1707’de yürürlüğe girmesiyle de Büyük Britanya Krallığı kuruldu. 1801’de İrlanda’nın da Krallık’a katılmasıyla “Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı” vücut buldu ancak İrlanda’nın ikiye ayrılmasıyla Krallık’ın ismi “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı” olarak değiştirildi.

Brexit ile gelinen noktada, İrlanda Cumhuriyeti AB içinde kalmaya devam edecekken, Birleşik Krallık’ın parçası olan Kuzey İrlanda, Brexit ile AB dışına çıkmış olacak ve iki İrlanda arasında fizikî bir sınır girmiş olacak. Yeniden birlik tartışmalarına, İRA terörüne ve hatta iç savaşa sebebiyet verebileceği iddia edilen bu durum, İrlandalılar ile İngiltere arasında ciddi sorunlara sebep olacak gibi görünüyor.

Benzer bir ihtimal İskoçya için de geçerli. İskoçya’da Eylül 2014 tarihinde düzenlenen bağımsızlık referandumunda seçmenlere “İskoçya bağımsız bir ülke olmalı mı?” sorusu yöneltilmiş, % 55 İskoçya’nın Birleşik Krallık içerisinde kalması yönünde oy kullanmıştı. O tarihlerde gündemde olmayan Brexit, İskoçya’da da rahatsızlık sebebi. Zira İskoçlar, Brexit referandumunda AB içinde kalma yönünde oy kullanmıştı. Brexit’in hem de AB ile anlaşma yapılmadan gerçekleşmesi, İskoçya’da bağımsızlık tartışmalarını alevlendirmiş durumda.

Kısacası, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması Krallık’ın yapısını tartışmaya açacak kadar ciddi sorunlara gebe. Boris Johnson sadece AB’den ayrılığa odaklanmış durumda olsa da ayrılık gerçekleştikten sonra siyasî yapıda yaşanacaklar, Brexit’in getirdiği travmadan daha büyük boyutta olabilir.