Türk dış politikası zor bir dönemden geçiyor. Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve çatışmalar yetmezmiş gibi Doğu Akdeniz’de gerginlik giderek tırmanıyor. AB ve ABD’nin yaptırım tehditleri somutlaşmaya başlıyor. Türkiye, Soğuk Savaş’tan bu yana önemli bir unsuru olduğu “Batı Bloku” içindeki stratejik konumundan aşama aşama uzaklaştırılmak isteniyor. NATO üyesi olarak bilhassa güvenlik alanında müttefik olarak bellediğimiz ABD ve birçok AB ülkesi, sırtını Türkiye’ye dönerek Türkiye’yi yalnızlaştırmaya çabalıyor. Diğer yandan ise Türkiye’ye yönelik hasmane duruşunu her fırsatta ortaya koyan GKRY, Yunanistan, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler, ABD ve İsrail’in öncülüğünde Türkiye karşıtı yeni bir kampta bir araya geliyor. Tüm bunlar sancılı bir sürecin yaşanacağını işaret ediyor.

Türkiye’nin mevcut dış politika sorunlarının sadece Rusya’dan S400 alımı ile açıklanması mümkün değil. Hatırlatmak gerekir ki Türkiye’nin Batı ile ilişkileri hiçbir zaman pürüzsüz olmamış, gelgitler hep yaşanmış, hatta kriz ve yaptırım gibi durumlar daha önce de gündeme gelmişti. ABD ile yaşanan gerginliğin eşi benzeri yoktur demenin, bu gerginlikleri öne çıkararak felaket tellallığı yapmanın gereği yok.

Soğuk Savaş döneminde Batı Bloku ya da NATO ittifakının güneydoğu kanadında SSCB’ye karşı sınır karakolu gibi duran Türkiye o dönemde dahi yeri geldiğinde ABD tarafından terk edilmişti. Örneğin 1960’ların başında Küba’ya yerleştirilen Sovyet füzelerinden rahatsız olan ABD, bu füzelerin kaldırılmasını sağlamak için Türkiye’de konuşlandırdığı Jupiter füzelerini çekmeyi kabul etmişti. ABD, Rumlar Kıbrıslı Türkleri katletmeye başladığında harekete geçen Türkiye’yi meşhur Johnson Mektubu ile durdurmuşlardı.

Daha yakın tarihlere geldiğinizde yine Irak’ın kuzeyindeki Çekiç Güç ile PKK’ya yol açılması, 2003’te başlayan Irak müdahalesi ile özerk bir Kürt yönetiminin kurulmasıyla peşmerge ve PKK militanlarının palazlandırılması “dost ve müttefik” ABD’nin bilgisi dahilinde olmadı mı? 1 Mart tezkeresi geçmedi diye köpüren CENTCOM askerleri tarafından 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın Süleymaniye kentinde başına çuval geçirilen Türk askerlerini unuttunuz mu?  FETÖ’nün hain darbe girişimine gık demediği gibi FETÖ elebaşını Pensilvanya’da ağırlamaya devam eden, onu Türkiye’ye iade etmemek için dokuz takla atan ABD değil mi? FETÖ üyeliği suçlamasıyla tutuklanan bir konsolosluk çalışanı yüzünden 2017’de Türkiye’ye vize yasağı getiren yine ABD değil miydi? Aynı ABD, Andrew Brunson adlı rahibin iadesini sağlamak için Türkiye’ye ekonomik yaptırım kararı almamış mıydı?

Bunlar hiç olmamış, sanki iki ülke her zaman çok yakın ve müspet ilişkiler kurmuş zannına kapılıp, S400’lerin Türkiye’yi Batı’dan koparttığı şeklindeki zayıf iddialara itibar etmemek gerekir. Ayrıca, Türkiye’ye karşı kılıcını kuşanan Batı’dan bir nebze uzaklaşmanın, daha bağımsız politika izlemenin ve Rusya gibi diğer ülkelerle ilişkileri derinleştirmenin Türkiye’ye zarar vereceği de tartışmalıdır.

Unutmamak gerekir ki, Türkiye artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Doğu-Batı kamplarından birine dâhil olup diğerine sırtını çevirmek mecburiyetinde değildir. Uluslararası sistem, 1990 öncesindeki gibi değildir ve Türkiye NATO üyesiyim diye kendini Doğu’dan soyutlayamayacak kadar önemli ve büyük bir ülkedir. Türkiye, bağımsız bir ülke olarak, güvenliği için gereken tedbirleri almak durumunda kaldığında millî menfaatleri için en doğru olanı seçerken hangi ülkenin küsüp bozulacağını düşünmek zorunda da değildir. Türkiye, küresel dengeler sarsılırken millî çıkarlarını en üst seviyede korumaya çalışan rasyonel bir ülke gibi davranmaktadır. Bu süreçte yaşanan gerginlikler, değişen küresel dengelerin yarattığı sancının Türkiye üzerine düşen payıdır.