2019 yılında bütün dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi ile arz-talep dengesi bozulmuş ve birçok ülkenin ekonomisi olumsuz yönde etkilenmiştir. Ülkeler, pandeminin oluşturduğu ekonomik tahrifatla uğraşırken 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ise tehlike çanlarının çalmaya başladığı dünya ekonomisinin olumsuz seyrine tuz, biber ekmiştir.

Rusya-Ukrayna savaşının başlaması ile beraber Rusya ve Batılı ülkeler arasında bir yaptırım düellosu meydana gelmiş her iki tarafta birbirlerinin ekonomisini etkileyecek yaptırım kararları almıştır.

Malum savaşla beraber yükselen enflasyon neticesinde çoğu merkez bankası agresif faiz artırımı yoluna gitmiştir ve bu faiz artırım politikasının sonuçları da dünyayı derin bir resesyon tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir.

Yaşanan bu süreçte Türkiye, enflasyonla mücadele için faiz artırımı yolunu tercih eden ülkelerin aksine faiz indirimi uygulayarak üretime dayalı ve ihracat öncelikli bir temelde büyümeye odaklanmıştır. Ülkemiz mevcut konjonktürde kendi ekonomi modeli olan “Türkiye Ekonomi Modeli”ni ortaya koyarak, “Makroekonomik İstikrar” yolunda kararlı ve emin adımlarla ilerlemektedir. “Makroekonomik İstikrar”ın sağlanması ile beraber üretime dayalı ihracat öncelikli sistem orta ve uzun vadede başarıyı beraberinde getirecektir. Bununla beraber Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu kendine özgü ekonomik modeli ve özellikle de Rusya-Ukrayna savaşı ile birçok ülkenin hedeflediği fakat başaramadığı siyasi denge içerikli politikasının yansımalarını görmekteyiz. Türkiye’nin, Suudi Arabistan’a 9 aylık ihracatının yüzde 180 artarak 420 milyon 865 bin dolara ulaşırken Birleşik Arap Emirlikleri’ne ihracatın 33,1 yükselerek 2 milyar 539 milyon dolara ulaşması ortaya konulan ekonomik modelin ve etkin diplomasisinin getirdiği başarının en net örneğidir.

 

Avrupa’da gelişmiş ekonomilerin yavaşladığı görülmekte ve bu durumun gelecek yıl nereye gideceği ise bilinmezliğini korumaktadır. Gelişmekte olan birçok ülkede ise para birimlerinin değer kaybetmesi ülkelerin borç seviyelerinin giderek daha fazla yük haline gelmesini de beraberinde getirecektir. Hal böyleyken faiz oranlarındaki artış bu yükü giderek daha da artıracaktır.

10 Ekim 2022 tarihinde başlayan ve 16 Ekim 2022 tarihinde son bulacak olan IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları kapsamında Dünya Bankası Başkanı David Malpass ve IMF Başkanı Kristalina Georgieva “İstikrarsızlık Çağında Çoklu Krizleri Ele Almak” başlıklı oturumda dünya ekonomisine dair değerlendirmelerde bulunmuşlardır.

Georgieva değerlendirmesinde dünya ekonomisinin üçte birinin bu yıl veya gelecek yıl içerisinde art arda en az iki çeyrek negatif büyüme göstereceğini hesapladıklarını dile getirmiştir.

IMF Başkanı’nın değerlendirmelerine bakıldığında dünyada üç önemli ekonomide yavaşlama olduğu görülmektedir. Avro bölgesi, ABD ve Çin.

Avro bölgesi özellikle Rusya-Ukrayna savaşının doğurduğu enerji krizinin pençesinde artan doğalgaz fiyatları sebebiyle, üretimin de aksaması kaynaklı yavaşlama sürecine girmiştir. Çin’de ise bu durumun sebebi pandemi sürecinin getirdiği aksamalar ve konut sektöründeki oynaklığın yarattığı etkidir.

ABD bu süreçte faiz artırımının etkisinin en net görüldüğü ülkedir. Çok güçlü bir iş gücü piyasasına sahip olmasına rağmen uygulanan faiz artırımı ve enflasyonun da istenilen şekilde kontrol altına alınamaması ABD’de ekonomik büyümenin ivme kaybetmesine sebep olmuştur.

Ayrıca küresel gıda krizi, gıda kıtlığı ve iklim değişikliği etkenleri de hem söz konusu ülkelerin hem de bütün dünya ülkelerinin ekonomilerini olumsuz yönde etkilemektedir.

IMF’in tahminlerine göre, yaşanan ekonomik yavaşlamadan kaynaklanan kayıplar 2026 yılına kadar 4 trilyon dolara ulaşabilir. 

Ekonomilerin oldukça zor zamanlardan geçtiği şu günlerde özellikle Avrupa ülkelerinin siyasi olarak da bu durumdan etkileneceği hem yapılan anketlere hem de yine Avrupa ülkelerinde hayat pahalılığına karşı düzenlenen protestolara bakıldığında kaçınılmaz olarak önümüze çıkıyor.

Dünya genelinde daha önce iki haneli büyüme oranlarına alışkın olan ülkelerin büyüme oranlarındaki düşüş, enflasyonu düşürmek için uygulanan faiz artırımı politikalarının tam anlamıyla etki yaratmamakla beraber mevcut durumu kötüye götürmesi, paraların değer kaybetmesi vs.

Bütün bunlarla beraber küresel enerji fiyatlarındaki yukarı yönlü değişim devam ettikçe küresel enflasyon da yükselme eğilimi içerisinde olacaktır. Dünyadaki enerji krizinin küresel enflasyon üzerinde olumsuz etkilerinin hissedildiği bir dönemde OPEC+ ülkelerinin petrol arzını düşürme kararı alması ise dikkatlerden kaçmamıştır.

Yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında dünyanın resesyona doğru sürüklendiğini, dünya ekonomisinin gün geçtikçe karmaşık ve belirsiz bir hale büründüğünü görebilmek mümkündür.

Bu belirsizlik ve karmaşa ortamında Türkiye gibi kendine özgü ekonomik modellerini ortaya koyan, ortaya koyduğu modeli doğru ve başarıyla uygulayan ülkeler kendi kaderlerini kendileri belirlerken geleceğin dünyasını da şekillendirecektir.