Ülkemizde bugün, artık, ne siyasetçinin ne de tarımda karar vericilerin popülist olma lüksü kalmamıştır. Çözüm bekleyen sorunların içinde boğulan vatandaşı, sadece bir seçmen olarak görüp, ait olduğu sosyal tabakayı da boş vaatlerle oy deposu haline getirme davranışı, pek çok sorunun çözümünü zorlaştırmakta, geniş vatandaş kitlelerini de mağdur etmektedir. Bundan en fazla mağdur olan kesimlerden birisi de, maalesef, tarımla uğraşan kırsal kesimdir; çiftçidir/üreticidir.

Artan nüfusun dengeli ve yeterli beslenmesini sağlamak, mukayeseli üstünlüğe sahip olduğumuz ürünlere ağırlık vererek üretimin ve ihracatın artırılması, üretici gelirlerindeki artış ve istikrarın sağlanması temel amaçlarımız arasındadır. Çünkü ülkemizin özelliklerinden biriside, pek çok meslek sahasının insanımız için bir sektör olmaktan ziyade, yaşam tarzını da belirleyen sosyal kimlik adresi olmasıdır. Bu sosyal yapı, bizim tarım kesimine çok daha ciddî yaklaşmamızı, çok daha süratli tedbirler almamızı gerekli kılmaktadır.

Dolaysıyla tarım sektöründeki mevcut çarpıklıkların düzeltilmesi, tarım alanındaki sorunların giderilmesi, ülkemizin kalkınma dinamiğinin itici gücü olacaktır.

Tarımsal yapının düzeltilmesi, uluslararası rekabeti kaldırabilecek bir üretim dinamiğine kavuşturulması, ülkemiz ve geleceğimiz için hayatî derecede önemlidir. Çünkü ülkemizde, tarımsal yapı, köyden kente göçten, sosyal adaletin sağlanmasına kadar bütün ana sorunlarla doğrudan ilişkilidir. İstikrarlı ve destekleyici tarım politikalarının oluşturulamaması, nüfusumuzun yüzde 17’sinin yaşadığı ve ülke nüfusunun yüzde 50’den fazlasıyla ilişkili tarım kesimin yaşam şartlarını zorlaştırmaktadır.

2024’lü yılların Türkiye’sinin tarım politikalarının belirlenmesi ve tarımda bir millî politika oluşturabilmek amacıyla, 25-27 KASIM 1997 1. Tarım Şûrası, 29 Kasım-01 Aralık 2004 2. Tarım Şûrası, 18-21 KASIM 2019 ‘da 3. Tarım ve Orman Şûrası düzenlendi. Bu şûralar dışında defalarca toplantılar yapıldı… Türk tarımının gelişmesi yönünde önemli katkıları olmuştur; fakat hızla değişen ve büyüyen Türkiye’nin, tarım kesimindeki problemleri de, zaman içerisinde çeşitlilik kazanmış, geçmişte önerilen model ve projeler, 2024’li yıllara adım atmaya hazırlanan ülkemizin tarımsal potansiyeline cevap veremez duruma gelmiştir.

Ülke olarak tarımsal üretimde kullanılan temel girdilerin hemen hepsinde ve büyük oranlarda dışa bağımlıyız. Gübrede yüzde 95 dışa bağımlı. Mazotta, enerjide büyük oranda dışa bağımlı. Zirai ilaçta, bazı ürünlerin tohumunda dışa bağımlıyız. Hayvancılık yapanlar için temel girdi yemdir. Bir yandan yem hammaddelerinde yüzde 60 dışa bağımlıyız. Diğer yandan ithal yemle ithal hayvan beslemeye çalışmak. Dolaysıyla dışa bağımlı olunca fiyatları kontrol etmek çok zor. Dışa bağımlılık ve dövizdeki her artış, girdi fiyatlarını yani üretim maliyetini artırıyor. Bu maliyet artışı direkt ürünün fiyatını artırıyor. Üstüne birde plansız üretim, desteklerin yetersiz olması, üretim bölgesi ile tüketim bölgesi arasındaki mesafenin açılması ve taşıma, nakliye, lojistik maliyetleri de eklenince gıda fiyatlarında inanılmaz artışlar yaşanıyor.

Ülkemizde nedeni bilinmez bir şekilde gıda fiyatlarındaki artış durdurulamayınca sürekli olarak birileri suçlanıyor. Fiyat artışlarının gerçek nedeni olan yanlış tarım politikalarını düzeltmek yerine bütün bu yanlışların sonucu olan etiketteki fiyatlar baskıyla düşürülmeye çalışılıyor. Buğday fiyatı baskılanıp, ekmek fiyatının sabit kalmasının sağlanılacağının düşünülmesi gibi! Sizce ekmek yapmak için sadece un yeterli mi?  Nedenler ortadan kaldırılmadıkça baskıyla, denetimle, suçlamayla, market açmakla veya kapatmakla fiyatlar düşmez, düşürülemez.

Gıdanın hammaddesi olan tarım ürünlerinin üretilmesi için tohum, fide, fidan, gübre, ilaç, işçilik, finansman kaynağı yani para, mazot, traktör, hasat makinası, arazi kirası, su, enerji, işçilik gibi birçok girdi kullanılıyor. Bu girdilerin fiyatından dolayı bir maliyet oluşuyor. Çiftçi, bu girdileri kullanarak üretim yapıyor.  Dolaysıyla çiftçi/üretici elde ettiği ürünü satarak yaptığı masrafı yani girdi maliyetini karşılamak ve geçimini sağlayarak üretimi sürdürebilecek bir gelir elde etmek ister. Bu nedenle “girdi maliyetleri ve ürün fiyatı çok önemli…”

BÖYLE BİR DESTEKLEME MODELİ OLAMAZ!

Yürürlükteki uygulama ile 8 başlık altında yaklaşık 114 kalemde destek ödemesi yapılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre, 2022 yılında 39 milyar 642 milyon olan tarımsal destekleme bütçesi 2023 yılında yüzde 59,9 oranında artırılarak 63 milyar 379 milyona çıkarıldı. 2024 yılında ise yüzde 44,5 oranında artış ile 91 milyar 554 milyon. Değer olarak bakıldığında hiçte küçümsenecek bir değer olmadığı görülmektedir. Ancak destekleme yapısındaki asıl sorun miktarın azlığı çokluğu değil, desteklerin zamanlaması önemlidir. Mevcut uygulamada hem çiftçi/üretici hangi destek kaleminden faydalandığını bilmemekte hem de üretim süreçleri tamamlandıktan sonra destekler ödenmektedir. Bu da ne üretileceğinin kararı, ekim öncesi hazırlık maliyetleri ve hasat sonrası pazarlama kararı üzerinde etkisiz kaldığını göstermektedir. Diğer yandan da tarımsal desteklerin Türkiye GSYİH içindeki payı 2001’de yüzde 0,53 iken, bu oran 2022’de yüzde 0,27 ye gerilemiştir. Bu bakımdan desteklerin mutlak olarak arttığı ancak, nispi olarak azaldığını söylemek mümkündür.

Biz daha çiftçiye/üreticiye kullandığı 1 litre mazotun yüzde 50’sini destek olarak verememişiz. Bazı yıllar gübre desteği hiç değişmemiş ve fark destekleri çoğu kere sabitlenmiş. Bu veriler ışığında ülkemizde tarımsal destelememelerinin çok yetersiz olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.

Desteklemeler:

  1. Desteklerin belirlenmesinde Tarım Bakanlığının belirleyici rol oynaması
  2. Çiftçilerin/Üreticilerin ihtiyaçları açısından daha kapsayıcı olmalı, 
  3. Destekleme sisteminin sadeleştirilmesi ve destekleme kalemlerinin azaltılması 
  4. Destek ödemelerinden yapılan kesintilerin kaldırılması 
  5. Desteklerin üretim öncesi, orta ve uzun dönemli olarak açıklanarak; mutlaka o üretim yılı içinde, ekim, bakım ve hasat dönemini kapsayacak şekilde,  zamanında ödemelerin yapılması
  6. Desteklemeler girdi maliyetleri kapsamında yapılmalı, 
  7. Üretim politikalarını yönlendirici nitelikte olmalı,
  8. Desteklemeler uzun dönemli, en az 5 yıllık, periyotlarla açıklanmalıdır. 

 

ORHUN ABİDELERİNİN BİR YANSIMASI

Milletlerin kültürel, siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda varlıklarını devam ettirebilmeleri, dünya üzerinde hatırı sayılır bir yer edinebilmeleri, dünyadaki dengelerde söz sahibi olabilmeleri en çok istenen konuların başında gelmektedir.

Bunların sağlanabilmesi ise o milletin geleceği olan çocuklarının ve gençlerinin kendi tarihlerini ve kültürel varlıklarını ve dolayısıyla bunları vücuda getiren atalarını çok iyi ve doğru tanımaları ile mümkündür. Geçmişin geleceğe taşınmasında en öneli rol hiç kuşku yok ki yazılı kaynaklara aittir. Milletimize ait ilk yazılı kaynaklardan olan Orhun Abideleri Türk kültürünün, folklorunun, tarihinin; devlet ve askeri yönetiminin ilk önemli kaynağını oluşturmaktadır. Bu tür edebi metinlerin 20.yüzyıla ait en önemli örneklerinden biri de Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’dir. Bu hitabe birçok yönden Orhun Abidelerinin bir yansıması konumundadır diyebiliriz.

Atatürk; kurduğu Türkiye Cumhuriyet’i Devleti'nin sonsuza değin yaşaması, başardığı devrimlerin sürmesi, koyduğu ilkelerin korunması görevini de Türk gençlerine vermiştir. O günlerde, çok zorluklar aşılmış, yıkılmayan kaleler yıkılmıştı.

96 yıl sonra yaşanan “acıya” bakar mısınız:

Okuduğu halde iş bulamayan gençlerimiz, yurt dışına kaçma yollarını arayan “genç beyinlerimiz” çoğaldı.

Hava kirlendi, toprak kirlendi, su kirlendi.

Siyaset kirlendi, insan kirlendi, vicdan kirlendi.

Dil kirlendi, söz kirlendi, tavır kirlendi.

“Bizden”, “onlardan” ayırımı başladı.

“Liyakat” gitti, “yandaşlık” geldi.

“Mertlik” bitti, “dalkavuklar” çoğaldı.

Duyular körlendi; görmeyen gözler, duymayan kulaklar, konuşmayan diller, kızarmayan yüzler köşe oldu.

Ülkemiz ulusal basınında siyasetçilerden daha fazla siyaset yapan kanalların ve kalemlerin sayısı az değil! Bir kısım medya, “çamur at izi kalsın” taktiğiyle iktidara yüklenirken diğer bir kısım da “iktidarın avukatlığını” yapmakla meşgul... “A Haber’i izliyoruz dünya bizi kıskanıyor; Fox ve Halk TV izliyoruz ülke yanmış, bitmiş, tükenmiş durumda.” Özetle “sistemden beslenen bir medya var!”

Karşı çıkmak gerek, yanlışa ortak olmamak gerek. Aklın ve bilimin yolunda ilerlemek gerek. Sevgili dostlar; “Damarlarımızdaki kanın asaletine güvenmek gerek.”

Son Söz: “Gençliğe Hitabe”yi okumak, anlamak ve uygulamak gerek. Tabii ki, kırmadan, dökmeden, incitmeden ve karalamadan...

 

Sağlıcakla kalın.