S-400’lerin Türkiye’ye teslim sürecinin başlaması bekleneceği üzere tüm dünyada dikkatle izlenen bir gelişme oldu. Türkiye’nin S400 hava savunma sisten-mini satın almasının sıradan bir alışveriş olmadığı, bunun iki ülke arasında cereyan eden bir ticarî ilişkiden çok daha fazlasına işaret ettiği zaten ortadaydı. Nitekim, birçok çevrede bu gelişmenin ne anlama geldiği, bundan sonra Türk-ABD ilişkilerinin nasıl seyredeceği, Türkiye’nin bu savunma sistemine sahip olmasının ne gibi yansımalarının olacağı ve buna benzer hususlarda değerlendirmeler yapılmaya başlandı.

Türkiye içinde kimileri felâket tellallığı yapıp buna ABD’nin çok sert bir karşılık vereceğini, ABD yaptırımlarının ağır ekonomik sorunlara sebebiyet vereceğini iddia ediyor. Bunu öne süreklerin önemli bir kısmı, böyle bir senaryonun yaşanmasını dileyen, Türkiye’nin ABD ile kriz yaşamasından medet umanlar. Ancak aklıselim ile davranan önemli bir kesim ise, S400’lerin alınmasının millî güvenliğin temin edilmesi ve yaklaşan tehditlerin bertaraf edilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunuyor.

ABD, NATO ve AB dahil Türkiye’nin müttefik olarak gördüğü ülke ve uluslararası örgütlerin artan şekilde Türkiye karşıtı bir tavır takındığı bir dönemde, Türkiye’nin millî güvenlik ve beka odaklı bir yaklaşım benimsemesi kaçınılmaz bir durumdur. Güney sınırımızda terör devletleri için uluslararası planlar devredeyken, yurt içinde PKK ve FETÖ ile mücadele devam ederken, dost bildiğimiz ülkeler bir bir sırtını Türkiye’ye dönerken Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik adımlar atması hiç şüphe yok ki bir zorunluluk hâlini almıştır.

Türkiye’nin patriot sistemi için kapısını çaldığı ABD’den destek görememesi sebebiyle Rusya’nın daha üstün olan S400’lerini gündeme alması millî menfaatlerin bir gereğidir ve doğru olan yapılmıştır. S400’lerin NATO sistemine entegre edilememesi, uyumsuzluk gibi teknik konular akıl bulandırmışsa da Türkiye için “savunma sisteminden mahrum kalmak” ile “NATO’ya uyumsuz savunma sistemine sahip olmak” arasında bir tercih dayatılmış, Türkiye de makul bir kararla ikincisinden yana tavır almıştır. Artık NATO sistemine entegre edemesek bile bir hava saldırısından bizleri koruyacak, etkin bir savunma sistemine sahibiz. Bunun sağlayacağı güvenlik algısı, ABD’nin yaptırım tehditlerinden daha kıymetli olacaktır.

Ayrıca, S400’lerin Türkiye’ye yapılacak bir hava saldırısından korunmak için kullanılacak bir savunma sistemi olduğu dikkate alınırsa, bu gelişmenin bölge ülkeleri için bir tehdit/risk anlamına gelmeyeceği belirtilmeli. Nitekim S400’ler, Türkiye’nin başka bir ülkeye saldırı ya da işgal niyetinde olduğunu değil, bilakis, Türkiye’nin kendini olası bir saldırıdan koruma iradesinde olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla, “acaba Türkiye’nin kendisini korumak istemesinden rahatsız olanların aklında Türkiye’ye yönelik bir saldırı ihtimali mi var?” sorusu akıllara geliyor. Zira Türkiye bu sisteme sahip olmakla, saldırı değil savunma yeteneklerini güçlendirmiş oluyor. Her ülkenin kendini savunmak gibi meşru bir hakkı olduğuna göre, Türkiye’nin savunma amaçlı bir silah sistemine sahip olmasından rahatsızlık duyulmasının sebebi ne olabilir diye düşünmek gerekir. Türkiye kendini hava saldırılarından koruyamasın diye çırpınanların, Türkiye’yi bu yoldan çevirmek için büyük güçleri aleyhimize kışkırtanların kim olduğu da muhakkak not edilmeli.