10 Kasım 1938 saat 09.05, kalplerdeki saatin durduğu ve bir daha işlemediği vakit… Gönüllerdeki kahramanın, kurtarıcının gözlerini hayata yumduğu vakit…

Türk Milleti’nin hazır olmadığı, hiçbir zaman da hazır olamayacağı bu ayrılığın izahı yoktu. Vakit gelmişti ve bağımsızlıklarını onlara hediye eden, tüm hayatını Türk Milleti’nin kurtuluşu için harcayan, cepheden cepheye vatan fedailiğinde en ön sırada yer alan Ulu Önder'leri gitmişti. Bunun vedası olabilir miydi? Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden Başkomutanları gitmişti…Namuslarını, şereflerini, dinlerini, benliklerini koruyabilecekleri bir vatanı onlara armağan eden Gazi Paşaları gitmişti… Adını mücevher taşına değil; Türk Milleti’nin kalbine yazan, dünyadaki bu çark döndükçe bir asrın lideri olarak anılacak, yaşatılacak, fikirleriyle her gün yeni baştan doğacak olan Halaskar Atatürkleri gitmişti…“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu”, sarı saçlı mavi gözlü bir yiğidin ve yanında binlerce askerin, topyekün bir milletin mücadelesinin kahramanı; dualarla, kılıçlarla süngülerden geçilerek elde edilen bir zaferin kahramanı gitmişti… O kutlu zafer; Mete’nin zaferi, o kutlu zafer Kürşad’ın zaferi, o kutlu zafer Fatih Sultan Mehmet’in zaferi, o kutlu zafer Münci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, askerlerinin ve Türk Milleti’nin zaferi… O kutlu zaferin kahramanı ise Mete Han’dan, Bilge Kağan’dan ve Türk Tarihi’nden süzülerek gelen devlet aklının lideri idi. Tüm dünya liderlerinin gıpta ile seyrettiği, düşmanının dahi saygı duyduğu bir lider olmadan Türk Milleti ne yapacaktı? Kalplerinde duran saatle nasıl yön tayin edeceklerdi? Bu Büyük Türk; hayatı mücadelelerden ve savaşlardan geçen, Başkomutan ve Başöğretmen; 57 yıllık hayatına sayısız ve tarifsiz başarılar sığdıran, en övündüğü Türklüğünü muasır medeniyet seviyelerine ulaştıran lider; ölümün hak olduğunu fakat kendi yokluğunda fikirlerinin yaşatılması ve devletin temelinin bilim üzerine kurulması gerektiğini; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni milletine emanet ettiğini her defasında vurgulamıştır.

Atatürk, Türk Devleti’nin haklarının hiçbir zaman hiçbir yerde ayaklar altına alınmaması için son zamanlarına kadar savaşmıştır. HER ŞEY TÜRK İÇİN, TÜRK’E GÖRE, TÜRK TARAFINDAN demiş ve bunu uygulamıştır. Yüz yıllardır mazlumların topraklarında hüküm süren emperyalist devletlerin “ŞU ÇILGIN TÜRK’ÜDÜR ATATÜRK.”

Bu devletlerin Osmanlı’yı pay ederken hesaba katmadıklarıdır Atatürk... Atatürk, medeniyet denilen zilletin korktuğu, “Bu adam nereden geldi?” dediği kişidir. Osmanlı’nın Cumhuriyet’e dönüşüdür Atatürk… Oyunları bozmuş, kuralları değiştirmiş, kendi yazmış ve milletiyle beraber uygulamıştır.

Bir Türk düşünün; Mete’den bu yana bize miras kalan Türklüğümüzü, can evimizi bizden iyi koruyor, onun uğruna savaşlar veriyor, cepheler açıyor. Yetmiyor inkılaplar yapıp üniversiteler kuruyor. Yurdun dört bir yanında bilim seferberliğine soyunuyor. Peki ne için? Sadece canından çok sevdiği Türk Milleti’nin onuru için, Türk Kültür ve Medeniyeti’nin şanını yüz yıllar sonrasına taşıyabilmek için…

Vefatının 85. yıl dönümünde Cumhuriyetimizin banisi, ilk Reisi Cumhurumuz Gazi Mustafa Kemal'i ve silah arkadaşları, kahraman Mehmetçiklerin uğruna can verdikleri bu topraklarda işaret ettikleri, hayatları boyunca da ulaşmak için azimle mücadele verdikleri hedeflere Tük Milleti olarak meşalimizi Gençliğe Hitabe’den, kılavuzumuzu onun ilkeleri ve inkılaplarından alarak hiç durmadan nice yüz yıllarda Kızıl Elma’ya hiç durmadan yürüyeceğiz!

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!