Bir yanda haklarını seneler içinde kademe kademe kazanan kadınlar; bir yanda hakkı sorulmamış, adaletin daha tecelli etmediği, evlatları TÜRK VE MÜSLÜMAN olduğu için emperyalistler tarafından katledilen Doğu Türkistan, Gazze, Bosna, Hocalı, Kıbrıs’taki ve Güneydoğu’da evlatları teröristler tarafından şehit edilen anneler var... Orta Asya’da, Ortadoğuda, Balkanlarda, Kafkasyada kadınlara yaşatılan zulümlerin hiçbirinin hesabı sorulmamıştır! Çünkü Batı’nın insan tasavvuru, adalet tasavvuru ve kadına bakış açısı her zaman eksiktir! Onlar tarafından oluşturulan uluslararası kurumların da kadınlar açısından hiçbir meşruiyeti ve saygınlığı olmadığından ötürü, onlardan herhangi bir şey ummak faydasızdır!

Doğu Türkistan 1949’dan bu yana Çin işgali altında; kadınlara tecavüz edilmekte, genelevlere satılmakta, zorunlu kürtaj ve kısırlaştırma uygulamaları aklımızın, fikrimizin sınırlarını zorlayacak muamelelere tabi tutulmaktadırlar. Aynı şekilde, 1995 yılında Srebrenitsa Katliamı’nda; Sırplar etnik temizliğin bir parçası olarak Bosnalıları yıldırabilmek için 50.000 binden fazla Boşnak kadına sistematik bir şekilde tecavüz ettiği bilinmektedir. Bu bahsedilen fiiller; BM Soykırımı Önleme Sözleşmesi gereği; Blagojevic ve Jokic Kararı uyarınca işkence ve tecavüzün “Grup üyelerine ağır zihinsel veya bedensel zararlar verilmesi” kategorisine girmektedir. Bunun yanında Sözleşme’nin ayrı bir bendi uyarınca Uygur Türkü kadınlarının kısırlaştırılması; “Grup İçinde Doğumlara Engel Olmaya Yönelik Tedbirlerin Alınması” kapsamında da soykırım suçu oluşmaktadır.

Doğu Türkistan’da bulunan soydaşlarımız için kimse neden sesini çıkartamamaktadır? Dünya bu zulme daha ne kadar dilsiz şeytan olacaktır? Kardeşlerimiz ne zaman azad edilecekler? Böyle bir haksızlığa ses çıkartamayacaksak biz neden yaşıyoruz? İnsan ne ile yaşar demiş Tolstoy... İnsan şerefi için onuru için yaşar; bunun yanında ailesini, yakınındakini, eşini, kardeşini korumak için yaşar. Uygur Türkleri bizim kardeşimiz değil mi? Yıllardır süren eziyete ses çıkartamıyorsak biz de insanlık emarelerini kaybetmiş, ne için yaşadığımızı bilmez bir duruma gelmişiz demektir. TİTREYİP KENDİMİZE GELMEMİZ, SOYDAŞLARIMIZIN HAKLARINI KORUMAMIZ GEREKMEKTEDİR!

Bilge Liderimiz Sayın Devlet BAHÇELİ; “Milliyetçi Hareket Partisi’nin, dünyanın muhtelif coğrafyalarında hayat ve varlık mücadelesi veren Türkler, soydaş ve akraba topluluklarla hem tarih, hem kültür, hem de gönül bağı vardır ve bu tartışmasızdır. Geçmişte “Esir Türkler” davasının telaffuz ve temsili hususunda gösterilen samimiyet ve dirayet maşeri vicdanda ziyadesiyle mahfuzdur.” sözleriyle başka coğrafyalarda soydaşlarımıza yaşatılanların ciddiyetini her seferinde ortaya koymuştur.

Tarih boyunca savaştan en çok etkilenenler her zaman kadınlar ve çocuklar olmuştur. 26 Şubat 1992’de Rus birliğinden destek gören Ermenistan Ordusu Azerbaycan Karabağ Bölgesi’ndeki Hocalı’da 613 Azerbaycan soydaşımızı soykırıma tabi tutarken; kadınlara akıl almaz işkenceler yapılmış, hamile kadınların daha doğmamış anne karnındaki bebeklerini süngülemişlerdir.

Bir başka coğrafyada, 1963’te “KANLI NOEL” olarak adlandırılan Rum saldırıları ile Kıbrıs tarihinde, "küvet katliamı" ya da "kanlı noel" olarak anılan Rum katliamında, EOKA militanları, Türk alayında görev yapan Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın evine baskın düzenleyerek, küvete saklanan eşi Mürüvvet Hanım’ı ve üç oğlu; Kutsi, Murat, Hakan’ı şehit etmiştir.

Kendi topraklarımızda, 1979’dan bu yana Misak-ı Milli Sınırlarını ihlal ederek emperyalist güçlerin emri altında üniter devleti bozmaya yönelik faaliyetlerini gerçekleştiren PKK Terör Örgütü tarafından birçok annenin evladı ellerinin arasından kayıp gitmiş, ocaklarına ateş düşmüştür. Diyarbakır anneleri halen evlatlarının nöbetini tutmaya devam etmektedir.

Günümüzde ise Gazze’de Siyonist İsrail tarafından aylardır küçücük bedenler üzerine denenmiş bombalar atılmakta, mahşer yerine dönen bu coğrafyada hiçbir annenin feryadı duyulmamaktadır! Bunu gören İsrail eylemlerini her geçen gün arttırmaktadır. BU YAŞATILANLARDAN SONRA BİR KEZ DAHA İSLAMIN KORUYUCUSU OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN VE DİĞER MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ’NİN GÜÇLÜ OLMASININ NE KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. DEVLETİMİZ NE KADAR KUDRETLİ OLURSA MAZLUM COĞRAFYALARA DA O DENLİ ELİNİ UZATABİLECEK, ONLARA YARDIM EDEBİLECEKTİR!

Bilge Liderimiz Sayın Devlet BAHÇELİ; “Devletim istesin, milletim destek versin, şartlar da öyle gerektirsin, şayet Gazze’deki çocuklara kol kanat germek, füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim” sözleriyle bu durumu kanıtlamıştır.

Görüldüğü üzere konu Türk ve Müslüman olunca, bir de kadın olunca; kendi mahkemelerimizden başka uluslararası arenada güvenilebilecek hiçbir merci bulunmamaktadır. Bu anlatılan soykırımların hiçbirinin hesabı sorulmamıştır. Ceza verilmesini geçtik, yargılama bile yapılmamıştır! Bu sebeple; İslam dünyası ve Türk Dünyası’nda bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması önem arz etmektedir. Bu mahkemenin yalnızca kurulmuş olması dahi çok büyük katliamları engelleyecek ve soydaşlarımızı, kadınlarımızı ve çocuklarımızı Batı’nın elinden kurtaracaktır! Kendi soydaşlarımızı, milletimizi onların adaletine teslim etme zamanı çoktan geçmiştir.

Deliller ve kanıtlar ortadayken adaletin tecelli etmeyişi, zulmün hesabının sorulmayışı her geçen gün sabrımızı zorlamakta; bizi daha da fazla bu zulmün sesi olmaya itmektedir. Dileğimiz hiçbir annenin çocuğundan, vatanından, doğduğu topraklardan ve bayrağından ayrı kalmaması, hak ettiği değeri görmesidir. Bunun için onların gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olmalıyız. Bastırılan sesleri duyuran yer olmalıyız.

VAR OLSUN HAK DAVAMIZ, VAR OLSUN HAK YOLUMUZ...