Türkiye, son yıllarda hızla değişen dünya ekonomisinde yerini alabilmek ve büyüme hedeflerini gerçekleştirebilmek için karşı karşıya olduğu büyük bir fırsat ve zorluklarla dolu bir dönemden geçiyor. Bu dönemin temel sorunlarından biri de birkaç kez konuştuğumuz üzere beyin göçü oldu. Genç yeteneklerimiz, yurtdışına gitmeye ve orada daha fazla fırsat aramaya devam ediyorlar.

Türkiye'nin karşılaştığı beyin göçü sorunu, bir dizi karmaşık faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Bundan öncekilerden farklı olarak bugün farklı bir konuya değineceğim. Bu da, ülkemizde "çekme" etkisinin yetersiz olmasıdır. “Biz itiyoruz” söylemini bırakalım, “Dünya çekiyor”.

Nasıl çekiyor? Avrupa Birliği ülkeleri, örneğin Almanya, nitelikli işgücüne olan ihtiyacını giderek artırmakta. Örneğin, Almanya'da yoğun emeklilik akımı, yıllık 1.2 milyon kişilik istihdam talebi, Türkiye'den gelen yetenekli işgücüne olan talebi de artırıyor.

Bir diğeri ise dijital dönüşüm ve hızla ilerliyor. Yapay zeka, büyük veri, sanayi 4.0 ve diğer teknoloji akımlarının yoğun şekilde konvansiyonel işlerin doğasına da eklenmesi, tüm işleri dönüştürecek bir iş gücünü gerektiriyor. Birçok ülkenin, kendi sanayisini bu yeni teknolojik akımlar ile yeniden inşası, başta teknoloji sektörlerinde yeni iş olanakları yaratıyor. Bu trendin yakın gelecekte de devam etmesi muhtemel ve bizden “çekmeye” devam edecekler.

Dijitalsizliğin bir sonucu olarak endüstriyel sektörlerimizin verimsizliği de dikkate alınması gereken bir sorun. Hem girişimcilerimizin hem de kamu otoritelerinin en iyi yolda ilerlemediği bir gerçek. Bu sorun, Türkiye'nin uluslararası arenada rekabet edemez hale gelmesine yol açıyor. Yaklaşan büyük mevzuatlar (karbon, yeşil dönüşüm, döngüsel ekonomi vb.) ise oyun kaybettirici riskler barındırıyor.

Demek ki; Türkiye'nin yüksek teknoloji üretimine ve dijital dönüşüme daha fazla yatırım yapması, insan kaynağımızın yurtdışından çekilmesinin önüne geçme konusunda önemli bir adım olacağı gibi, Türkiye’nin küresel pazarda rekabetçi olarak bu oyunda kalmasını da sağlayacaktır.

Elbette, Türkiye olarak, bu dönüşümün bir parçası olma ve kendi teknoloji yeteneklerimizi geliştirme şansına sahibiz. Bunun ise yalnızca bugünün sanayicilerinin inisiyatifi ile olamayacağını da görmemiz gerekiyor. Onlar, günü kurtarıyor ve alışageldikleri işleri alışageldikleri şekilde yapmaya devam ediyorlar. Onları için büyüme ek bir üretim hattı kurmak.

O halde bu dönüşümün önemini anlatmak da, dönüşümü gerçekleştirmek de gençlere düşüyor. Burada ise başka bir probleme denk geliyoruz. Gençler de sanayiyi tanımıyorlar. Okul bitene kadar sanayi görmedikleri gibi, mezun olduklarında da niteliklerine ve isteklerine uygun bir iş bulabilmeleri ancak bir olasılık, maalesef düşük bir olasılık.

İşte burada, öğrencinin işletmeye, sektöre, sanayisine intibakının sağlanması önemli hale geliyor. Staj programlarından beklenen asında bu idi. Ancak Türkiye’deki staj programları genelde 4-6 hafta çalışma içeriyor. Bu sürede bir işi bütünüyle anlamak zaten mümkün değil. İşe katkı vermeleri ise beklenmez. Özetle, staj modeli çalışmıyor.

Bu noktada üniversitelerin “yüksek mühendislik” kavramına benzer, bir dönemi tamamen işletmede geçecek şekilde yeniden kurgulanması önemli. Aslında doktorluk mesleğine baktığınızda bunun en güzel örneğini görürsünüz. Her doktor tıp bölümünü hastane yani işyeri ile iç içe okur. Mezun olduklarında “o işin doktoru” olmuşlardır.

Tıp dışındaki bölümlerde buna benzer uygulamayı Türkiye’de ancak birkaç üniversite yapıyor. Mesela, TOBB ETÜ her yılda üç dönem halinde eğitim veriyor. Bu üç önemin ikisi okulda, biri ise tamamen işletmede geçiyor. Böylece bir mezun işletmenin tam pratiğini görmüş şekilde mezun oluyor. Hem okul, hem de mezuniyet döneminde, interneti iyi kullanan, dünyayı iyi gören, alışageldiği iş yapışları da olmayan bir kişi olarak o işletmeyi dönüştürmeye de en uygun aday oluyor.

Aslında eğitim sistemi, dijital becerileri ve teknolojiye uyum sağlama yeteneklerini de tam gömülü olarak içermelidir. Öğrencilere, dijital teknolojileri anlama ve kullanma becerilerini geliştirecek pratiğe dayanan öğrenme fırsatları sunulmalıdır.

Benim burada net önerim, Türkiye’de en azından mühendislik bölümlerinin toplamda 1-2 yılı işletmelerde geçecek şekilde toplamda uzatılmasıdır. Diğer bir yöntem de tüm derslerin elden geçirilerek işyerinde uzun dönem staj modeline alan açılması olabilecektir.