Dünyadaki savaşlar ve kaosu tetikleyenler
Dünyada savaşların ne zaman ve nerede patlak vereceği öngörülemiyor. Kendi çıkarlarını gözeten ya da başka ülkelerin menfaatlerini savunan devletler, bir anda başka bir devletle çatışmaya girebiliyor. Hindistan ile Pakistan arasında başlayan savaş, bunun son örneği oldu. İki ülke arasındaki gerginlik sıcak çatışmaya dönüşmüş durumda. Temelleri 1947’ye dayanan Hindistan-Pakistan anlaşmazlığı, Keşmir bölgesindeki değerli madenler ve nüfusun çoğunluğunun Müslüman olması gibi unsurlar nedeniyle sürekli bir gerginlik kaynağı olmaktaydı. Bugün karşılıklı füzeler ateşleniyor.
Devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in bölgede yaymaya çalıştığı çatışmalar ve Gazze’deki insanlık dışı uygulamalar, Çin-Tayvan arasındaki gerilim devam ederken, Hindistan-Pakistan çatışması dünya barışının kolayca sağlanamayacağını bir kez daha açıkça gösteriyor.
ABD’de yeniden başkan seçilen Trump’un ikinci dönemi, kaos ve çatışmayı körükleyen bir başlangıç yaptığı izlenimini uyandırıyor. Göreve gelir gelmez savaş, gasp ve hukuksuzluğu tetikleyen eylem ve söylemleri, dünya için bir tehlike sinyali olarak yankılanıyor. Trump’un tartışma yaratan şu açıklamaları bu endişeleri daha da artırıyor:
- “Gazze’yi satın almaya ve oraya sahip olmaya kararlıyım.”
- “Ukrayna’nın 500 milyar dolar değerindeki nadir toprak elementlerini istediğimi söyledim.”
- “Grönland’ı alsak harika olur, gerçekten burayı satın alabilir miyiz?”
- “Çin, Panama Kanalı’nı işletiyor. Biz onu Çin’e değil, Panama’ya vermiştik ve geri alıyoruz. Anlaşmayı ihlal ettiler.”
- “Yakında Meksika Körfezi’nin adını Amerika Körfezi olarak değiştireceğiz.”
- “Kanada’nın 51. eyalet olmasının çok daha iyi olacağını düşünüyorum.”
Bu tür söylemler, dünyaya huzur ve güven getirme olasılığını daha da uzaklaştırıyor. Buna rağmen, Trump’ın Hindistan-Pakistan çatışması gibi olaylar karşısında, “Bu utanç verici, biz de yeni duyduk. Umarım çatışma hızla sona erer” gibi yüzeysel açıklamaları, samimiyetten uzak bir tavır sergiliyor.
Dünya tarihi savaşlarla doludur; savaş, insanlığın bir türlü kurtulamadığı bir gerçek olmuştur. Ne yazık ki her ülke, bu gerçeğe göre yaşamak zorunda kalıyor. Tüm bu savaşlar, çatışmalar ve kaos senaryoları göz önüne geldiğinde, nedense birden CHP’li Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’in geçtiğimiz yıllarda ifade ettiği şu sözleri, dünyadaki gelişmeleri anlamada bir çapsızlığı gözler önüne sermesi açısından tekrar kulaklarımda çınladı:
“Gözlerim yaşardı iki gündür, vizyona bakın. Kavga dilini kullanmıyorlar, mecbur kalınmadıkça savaş cinayettir. İkinci yüzyıl vizyonu tank, top, İHA, SİHA, vur, kır, öldür, kahramanlık türküleri değil… Cumhuriyet bunun için kurulmadı. Cumhuriyet bir medeniyet projesidir, barış projesidir.”
***
Elbette sadece Vahap Seçer değil… Muhalefet bünyesinde bulunan birçok kişi Türkiye’nin milli savunma teknolojisindeki üretimlerini yerden yere vuran açıklamalar yapmıştır. İlk aklıma gelen o olduğu için onu örnek vererek yazdım.
Ancak bu söylemler, dünya gerçeklerini görmekten çok uzak kalıyor. Sen savaş istemesen de düşmanlar boş mu duruyor?
Türkiye, kendi İHA ve SİHA’larını üretmeseydi, milli savunma sanayisinde bağımsızlık oranını artırmasaydı, terör örgütlerini Türkiye üzerinde kullanan emperyalist güçler, Irak, Suriye ve Türkiye merkezli terör üretmekten vaz mı geçecekti?
Savunma sanayisindeki güçlenen bağımsız üretimler, Türkiye’nin güvenliği ve bölgedeki istikrarı için bir zorunluluk değil mi?
Güçlü silahlara sahip olmak, savaşlarda caydırıcılık sağlayan önemli bir önleyici unsurdur. Türkiye, milli savunma alanında bu denli güçlü bir konuma ulaşmasaydı, terörle mücadelede bugünkü başarıyı elde edebilir miydi?
Dahası, düşman ülkeler Türkiye karşısında sıraya girmekte bu kadar tereddüt eder miydi?
Örneğin, tükürükle boğabileceğimiz Yunanistan, daha geçtiğimiz ay, “Türkiye bizim için bir tehdit! Beş dakika içinde müdahale edebiliriz!” şeklinde bir açıklama yapmadı mı?
O yüzden kimin ne zaman kime saldıracağı belli olmayan dünyamızda Türkiye’ye yönelik bir saldırı olduğunda ülkemizi koruyacak tüm önlemler alınmalı ve milli savunma noktasında her manada güçlenmeliyiz.
Kuru kuruya barış nutukları atmak yerine, biz Türkiye’yi her türlü düşmana karşı koruyacak güçlenmemizi yapalım, bizimle barış içinde yaşamak isteyen yine yaşasın…
Bizimle savaşmak isteyende bedelini ödesin…
Türkiye’nin güçlü olması demek bölgenin istikrarı, dünya barışına katkı demektir.
“Türkiye milli savunma teknolojinde güçlenmesin” diyen kim varsa, Türkiye’nin can düşmanıdır. Bu da böyle bilinsin…