Bir kadın öldürülüyor; hukuk sisteminden hükümete, hükümetten dine kadar her şey masaya yatırılıyor. Ama kimse çıkıp “bu katilleri, sapıkları, erkekliği maharet sananları; yetiştiren zihniyet kim, ana kim, ortam nasıl, kim veya ne bunlara üstün oldukları cüretini veriyor; dün nasıldı bugün nasıl, dünyada dün nasıldı şimdi nasıl …” demiyor, diyenin de sesi cılız çıkıyor. Çünkü kadınların ölümünü siyasi bir malzeme yapmak için kullanan, İslam’ı kötülemek için fırsata çeviren sahte duyarlıların, ses volümü oldukça yüksek. Elbette bu yüksek volüm, kulakları tırmaladığı için meseleyi çözmek yerine kutuplaştırıyor. Karşılıklı tepkiler “kadın”ı tartışma meydanının ortasında hırpalıyor. Haliyle toplumun her sorunu gibi bu sorun da samimi bir çözüm üretemiyor, samimiyetin sesini samimiyetsizlik bastırıyor. Çözüm odaklı değil eleştiri yüklü millet; eleştirileri duyarlılıklarından gelmiyor, dolayısıyla çözüm sunmayan saldıran eleştiri(!)ler yapılıyor… Misal kadın cinayetleri tüm dünyada yüksekken Türk milletine yükleniyor, Türkiye kötülemelerinin fırsatı olarak görülüyor. “Bu sorun neden var, bu sorun nerelerde var, bu sorunun kökeni nedir, bu hangi zihniyetin ürünü, nasıl çözülmeli ..?” gibi sorun karşısında samimi olanın kurması gereken cümleleri kurmak yerine; sorunu sorun çıkararak sıvıyorlar… Yani kadının öldürülmesine karşı sloganlar tutturanlar, kadını sosyolojik olarak öldürerek metalaştırıp siyasi söylemlerinin mezesi haline getiriyor. Ve kadın bedenen katledildiği yetmezmiş gibi kavram olarak da şiddete maruz kalıyor.

Tüm bu samimiyetsiz hak arayışı(!) perdesini kaldıralım ve gerçeklere bir bakalım… Kadın ölümleri Türkiye’nin gerçeği olarak lanse ediliyor, buradan başlayalım. Kadın ölümlerini fırsata çevirip muhalefetine bal süren, her cinayette ellerini ovuşturanların maskesini açalım. Örnek gösterdikleri Batı’nın “kadın” algısı neydi..? Medeniyeti bir icat sanan ve kadınlardan gasbettiği hakları iade ederek medeni olduğunu savunan Batı, yapay medeniyetinden evvel nasıldı..? Tiyatro sahnesinde parlatılan Antik Roma ile başlayalım; Antik Roma’da kadının adı bile yoktu, birinci, ikinci, üçüncü.. olarak adlandırılıyordu. Sapkın kültürü ile İslamiyet’in içine bir virüs gibi sızmaya çalışan, Allah’ın kelamının ve Peygamberinin dâhi ıslah edemediği Arap kültüründe bu durum hâlâ devam etmektedir. Misal, Rabia dördüncü demektir. Dönelim yeniden Batı’ya; mantığın kurucusu Aristotales, kadının ortaya çıkışının bir hata olduğunu düşünür, onun mantığı(!) erkeği kaliteli ürün, kadını ise fabrika hatası olarak görür. Platon bu yaşantısında erkekliğe yakışır şekilde yaşamayan erkeklerin, ikinci yaşantısında cezalandırılıp kadın olarak doğacağını iddia eder. Kadın olmak Tanrı’nın cezasıdır, bu ünlü düşünüre göre.. Avrupa’nın en yaygın düşüncesi, kadının ancak kadınsı özelliklerini yenerek erkeksi bir tavır yüklenmesi ile başarılı olacağıydı. Oxford, Harvard gibi birçok Batı üstünlüğü safsatasına inananların hayalini süsleyen üniversitelerde kadın üzerine ana fikir buydu, kadın eğitimciler bu baskıya maruz kalıyordu. Avrupa, kadını hata olarak görüyordu, Yahudilerde kadın lanetli idi, Araplar zaten bir köle, bir mal olarak görüyordu ve hâlâ görüyor. Dünyayı bilmiyorlar, dünü bilmiyorlar, haliyle anlamıyorlar ama bugün için bozuk plak gibi çalıp duruyorlar, üstelik bir de bilmediklerinin iddiasını sloganlaştırıp, kendilerini deşifre ediyorlar. Savundukları Batı; kadından ve çocuktan gasbettiği hakları, bir Fransız İhtilali ile medeniyeti icat ettiklerini sanarak iade eden kökü yobaz ve barbar toplumlar bütünü… Kadının doğal kazanımı olan hakları iade ederken utanmak yerine, küresel alanda bunu gösterge yapıp medeniyet eşiği biziz diyorlar, arsız toplumlar yani... E her arsızın bir ahmak alıcısı var diyelim. Saldırdıkları Türklere gelelim; dünya medeniyeti bir icat sanarken Türkler medeniyeti taşlara işliyordu, abideler bir medeniyet şahididir. Türklerde kadın–erkek hayatın her alanında eş olarak yaşıyordu, yönetimdeki han, hanımıyla yönetiyordu. Kutsallık atfediliyordu. Yani Türk kültüründe kadın ve çocuk, değer kelimesinin toplumsal karşılığıdır. Peki bugün Türk milletinin gazetelerinde kadını üçüncü sayfalara düşüren şey ne..? Bunu sormalıyız işte. İslamiyet’e bir virüs gibi sızdırılan Arap kültürü ve İslam’ı anlayamayıp taklit etmeyi iman etmek sananların, Türk toplumuna bir karabasan gibi çöküşü, en büyük sebep… Önce İslam’ı anlamalıyız yani mesela Nisa Suresi’nin 34. Ayeti’ndeki “darabe” fiilinin birçok anlamı varken, “dövün, darbedin” yorumunu uygun gören zihniyet(!) öldürmeyi de bir noktada helal kılıyor. Bunun gibi birçok misal var, zihniyetimizi resetleyerek öze dönmeliyiz ve İslam’ı özümüze giyinmeliyiz. Daha sonra sınırlarımızdan azınlık olarak sızanların törelerini Türk töresine karıştırmamalıyız, erkeği üstün gören ve yetiştiren analar olmamalıyız, çünkü bu uzun vadede katile yardım ve yataklık oluyor… *Çözüm bu menzilde aslında; üzeri sığ ve çözümsüz sloganlarla kapatılan sorunun derinine inmişken, devamı haftaya diyelim…