Ülkeleri, başlarındaki siyasi gücün yönettiğini sanıyoruz, evet görüntü itibarıyla öyle fakat aslolan şu ki, küreselleşen dünyada yönetim tamamıyla kapitalizmin tekelinde… Amiyane tabirle “gölgesini satamadığı ağacı bile kesen” kapitalizm, oluşturduğu popüler kültür kavramını elitleştirerek ve reklamlarla allayıp pullayarak sosyal hayatın göbeğine bir beyin gibi koyuyor. Ninja Kaplumbağalar çizgi filmindeki dünyayı ele geçirmeye çalışan beyin karakteri gibi… Artık siyasal-ekonomik bir yönelim, bir güç kaygısı tanımlarından ziyade bir kültür haline gelen kapitalizm, dünyaya köklerini salmış vaziyette…
Elbette ki kapitalizm söz konusuyken akla ilk gelen marka tutkunluğu… Sosyal hayatın yönetim mekanizması markaların elinde.. Markayı bir statü belirleyicisi haline getiriyorlar. Dolayısıyla insanlar statülerini belirlemek için kişilik ve başarılarını değil marka kullanımlarını öne çıkarıyor. Bir ürüne fahiş fiyatlar biçip ve o fiyatı kabullenme yetisini sosyal mesajlarla vererek, kapitalizmin gereğini yerine getiriyor markalar. Bu algı yönetimlerini de yöneten bir kültür haline gelmiş. İnsanlar fahiş fiyatlar üzerinden yaptıkları tüketimle statü sahibi olduklarını sanıyor, çünkü akıllara bu işleniyor. Ürünün kalitesi, daha uygun fiyatlarda bulunabilmesi, kullanılabilirliği vesaire bunlar çok da önemli değil, önemli olan adı… Öyle ki bir ürünü piyasaya sürmek için kaliteyi ikinci plana alan bir “ad” bir marka ön plana çıkarılıyor. Buna örnek olarak popüler kültürden beslenen magazin ünlülerinin, kendi adlarına çıkardığı ürünler verilebilir… Çünkü şov dünyası onları atmosferin bilmem kaçıncı tabakasına çıkardığı için, kendilerini bir marka olarak görüyorlar. Tabi millet de büyük şakşakçı, kullanılmaya açık, algı yönetimlerinin elverişli tarlası misali… Geçen gün bir dükkanda “Şeyma Subaşı bebeği bunlar”, sloganıyla bildiğimiz alelade bir bebek fahiş bir fiyatla satılıyordu, evet satılıyordu! ve de alınıyordu! Toplum ahlakını hiçe sayan, kendisine dahi saygısı olmayan bir kadın, yuhlanarak oturduğu gündemde nasıl olduysa alkışlanmaya başlamış bile… Medya gereken direktifi vermiş olsa gerek…
Aslında acizliğin ilanı olan bir isme bağlı yaşamak tutkusu, maalesef insanlığımızı ele geçirmiş durumda. Millet tarafından kabul görme kaygısı marka tüketimini destekliyor. Çünkü çevre ve reklamların yarattığı izlenim de, bunu bilinç altına usulca yerleştiriyor. Özellikle ergenlik dönemlerinde kişiliğini arayan ve belli ortamlarda yer edinmek isteyen gençlerin marka tutkunluğu, markalarla tarzını ve tavrını ortaya koyma duygusu, daha yoğun bir şekilde göze çarpıyor. Bu da kişiliğini zayıf bir zemine oturtan, sağlıksız bireyler ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki marka tutkusu bir hastalıktır, bir öz güven probleminin dışa vurumudur, kişilik bozukluğudur.
Kendi kişiliğini ve varlığını değersiz gören insanlar, toplumda yer edinmeyi bir başka adın gölgesine sığınarak sağlayacaklarına inanıyor. Giydiği takım elbisenin markasının iş yerindeki statüsünü belirleyeceğini düşünüyor, ya da bir spor ayakkabı markası ile arkadaşları tarafından değer gördüğüne inanıyor, bir çantaya bir araba parası vermeyi elitlik sayıyor … Ki toplumun genel tavrı itibarıyla da gerçekten marka kullanımı bir insanın toplum tarafından kabul edilirliğini etkiliyor. Daha bir çok örneği var bunun… Tabi bu, insanların içine vahiy gibi doğan bir düşünce değil… Kültür haline gelen kapitalizm, popüler kültür kuklasıyla, insanları ve tüketimlerini yönetiyor yani insanları ve davranışlarını etkiliyor.
İnsanlar fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için değil psikolojik ihtiyaçlarını gidermek için tüketim yapıyor. Lüks tüketimler, standartları zorlayan alışveriş tutkunluğu, insanların her seferinde çıtayı biraz daha yükseltmeyi arzulaması… Bunların hepsi popüler kültürün dayattığı haz ve doyumsuzluk girdabına düşmek… Bireyi geri plana atan bir popülerizm hakim, haliyle insanlar insan olmaktan çıkıyor. Daha ilk okulda, o pastel boya markasını kullanan, o markanın ayakkabısını giyen, çantasında o markanın amblemi bulunan çocuklarla arkadaşlık kurulurken, diğerleri itiliyor… Sonra o çocuklar büyüyor, Nasrettin Hoca fıkrası misali kişiliklerinin değil kürklerinin kıymet gördüğünü göre göre büyüyor… Anlayacağınız ballandırarak anlatılan marka tutkuları, kişilik bozukluklarını ele veriyor, irademize zincir vuruyor…