Tüm amansız hastalıklara şapka çıkartan, insanlığın yakasına yapışan bir vicdansızlık illetiyle karşı karşıyayız. Üstelik bu illet din iman dinlemiyor, kâh ahlaktan dem vuran ahlaksızların cümlelerinde kâh dinden dem vuran dini bozukların yüreğinde bir virüs gibi çoğalıyor bu hastalık…

Yaşamayı, mücadeleyle yaşayan bir genç kız ölüyor. Vicdan memleketi terk etmiş de üstümüze karabasan çökmüşçesine cümleler savruluyor üstüne… Gençliğinin baharında henüz hayatın tecrübelerine adım dahi atmamış anne kuzusuyken, amansız bir hastalıkla yoldaş oluyor. İsyan etmiyor, yıkılmıyor, vazgeçmiyor ve yaşamayı yaşıyor. Her anı bize lütuf olan bu hayatın kıymetini anlıyor, bunu paylaşıyor sırf  “yaşamanın hakkını verin” demek için… Bunun niyeti sorgulanabilir mi..? Hepimiz her an ölebileceğimize hakimiz ancak buna dair bir huzursuzluğumuz yok, peki bir hastalık, ölümün ensemizde olduğunu kulağımıza haykırmaya başlasa ne yapacağız.. Nasıl bir psikolojide olacağız… Her anın kıymetini bilip, bunu paylaşacak ve hayata, insanlara gülücüklerle umut saçacak kadar, ölürken yaşamanın kıymetini bilmeyi öğütleyecek kadar yüce yürekli davranabilecek miyiz..? Neslican Tay yaşamayı, yaşadığı mücadele aşkını ilan ettiği zamanlarda, “prim için yapıyor, hastalığını kullanıyor, popüler olma çabasında…” gibi vicdansız cümlelerle karşılaştı. Peki soruyorum, parmağınıza diken batsa ortalığı kaldırırsınız, hiç bir uzvunuzun kesildiğini hayal ettiniz mi..? Nasıl bir psikolojide olacağınızı… Kızın bacağı kesilmiş, kanser illet gibi ensesinde acaba tercihi popüler olmak mıdır, yoksa yaşamak mı … Çok mu geliyor, bir insanın hayat ve ölüm arasında sıkıştığı mücadelesinde kendine tutunacak bir dal bulması..? Nefsinizle vicdanınızı susturarak baktığınız bu genç kız öldü ama siz de yaşadığınızı sanmıyorsunuz umarım, insanlığınız çoktan ölmüşken bir cesetten farksız kalbi atmakta olan bedenleriniz.

Tabi ki ölüm maalesef susturmuyor paslanmış yürekleri, bir de ölümü üzerine engin yorumlarını paylaşanlar var. Bunu din üzerinden yapan papaz imamlar mesela… “Herkes rahmet diliyor, cennet diyor, bu kadar açık giyinmekle o iş zor”, “O çıplak halinle anca cehenneme gidersin” , “ İyi ki geberdi, açık saçık giyip, prim yapıyordu” … gibi cennette emlakçılık yapar misali piyasa kollayan cümleler kuruldu. Düşünüyorum da bunlar şirk koşmayı bir sanat dalı sanıyor galiba… Kendilerinden bi haber milletin dinini yargılıyor, bunu da dini bütün bir vatandaş çizgisiyle yapıyor elbette, gaye alkış toplamak. Memlekette böyle bir hava hakim, kendi tesettürünü yırtıp gözlerini kadınlara diken papazdan hallice imamların, İslam'ı kadın hatlarıyla çizdiği fetvalarıyla beslenen bir güruh var. Yalnızca alemlerin Rabbinin vasfı olan yargı görevini, bu dünyada üstlenerek, imanlı olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Elbette ki niyetim tesettürü inkâr değil, ancak İslamiyet hassasiyeti olan hak din, bizler merhameti yüce bir peygamberin izindeyiz, Yaradanın tövbe ile affetmeyi müjdelediği kullarını merhametsizce yargılamak bizim haddimiz değil. Kimse kimsenin dinini yargılayıp ahiretteki konumunu bildirecek yetkiye sahip değil, bu yetkiyi bürünmek apaçık şirk koşmaktır. Rabbin karşısında hadsizlik eden insanın, İslamiyet’e ne tür bir faydası olabilir ki… Asalarını almış, köşelerine kurulmuş nefsi dürtüleriyle İslam’dan uzak İslamcılık yapıyorlar. Güzel dinimizin sancağını çirkinler üstlenmiş yani… O açık giyiniyor ahlaksız, cehennemlik; bu kapalı giyiniyor ahlaklı cennetlik gibi bir yorumu yapacağınız çağda da değiliz maalesef… Cismin ardına bin bir türlü yüz saklayan insanoğlu, kıyafetin ardına da ne sakladığını maalesef belli etmiyor. Her şeyden evvel zaten kıyafetine bakıp da bir insanın dinini ölçmeye yetkimiz yok. Bir insana dinsiz deme yetkimiz dahi yok, kısaca yargı yetkisi bizde değil papaz efendiler!

Bitmiyor, elbette papazlar dışında bir de işin siyaset ayağı var; “Haydi yaşasın biri öldü devlete saldıralım, siyasi rant zemini hazırlayalım, millete gaz verelim, ölen öldü biz işimize bakalım, fayda sağlamaya çalışalım”cılar da var, var oğlu var memlekette.. Kanser, Neslican’ın organlarını nasıl infilak ettirdiyse, bu vicdansızlık illeti de insanlık vasıflarını infilak ede ede yaşayan ölüler üretiyor… Fark var ama Neslican’ı öldüren kanser onları yaşatan vicdansızlık kadar büyük bir hastalık değil…

Kaybedeceksem de savaşarak kaybedeceğim’ demişti, ölümle ölmeyecek bir yaşamayı yaşadı, yüreği pas tutmayanlara seslenerek, yaşamayı öğütleyerek ve o yüreklerde yer edinerek..  İşte bu en büyük galibiyettir; galibiyeti kutlu olsun! …