İlk gençlik yıllarımızın en önemli tartışmalarından ikisi “İslam’da Milliyetçilik ve Türklüğün Sembolü Bozkurt” üzerineydi.

Dönemin Ülkü Ocaklıları olarak Milli Gençlik Vakfı üyeleri, tarikat ve cemaat müntesipleri ile sık sık bu konularda sonu nizaya varan sohbetlerimiz olurdu.

Nereden nereye…

Bizden önceki ağabeylerimizi de düşününce bu günler çok anlamlı oluyor.

Düşünsenize… “Ne Turan’ı kardeşim, Türk Birliği de ne demek? Hem onlar Rus olmuşlardır artık. Türklükle ne alakaları var. İslam’da milliyetçilik yoktur.” diyen insanlara karşı kim bilir nasıl mücadele vermişlerdi…

Bizden büyükler keza biz, doksanlı yılların henüz başında Türk Devletlerinin birer birer bağımsızlıklarına şahit olmuştuk. “Moskofun Ülkesi viran olmuş, Türkiye büyüyüp Turan olmaya başlamıştı…” Türkçüler haklı çıkmıştı, çıkmasına ama…

Tartışmalar da bitmemişti tabii. İslam’da milliyetçilik var mıydı, yok muydu? Bozkurt Türklüğün sembolü olur muydu? Yoksa Bozkurt bizim totemimiz miydi?

Yıllarca sürdü bu tartışmalar.

Oysa ayetlerle sabitti. Allah insanları “kavim kavim yaratmıştı”(1),  “Dillerimizi ve renklerimizi ayrı ayrı yaratmasını da kendi varlığına delil” olarak bildirmişti…(2)

Taassup ehliydiler. Anlamıyorlardı. Müslümanlık adına Allah’ın iradesini ve hükmünü inkâr ediyorlardı bizim kardeşlerimiz...

Dedim ya en çok da MGV’li, tarikat ehli ve çeşitli cemaatlerin üyeleriyle münakaşa ediyorduk.

Solcular zaten ilk şamarı Berlin Duvarının yıkılmasıyla yemişlerdi. Sonra SSCB yerle yeksan olunca iyiden iyiye gardları düştü. Bugün aralarında bölücülük yapanlar da var ırkçılık yapanlar da!

Pekiyi, biz “Irkçı” mıydık?

Olamazdık ki! Çünkü buna ne dinimiz izin veriyordu ne de binlerce yıllık tarihimiz.

Dinimiz ırkçılığı yasaklıyor, “asabiyet” başlığı altında kavmiyetçiliği reddediyordu. Hem İslam’da Cenab-ı Allah “Rabb’ül Alemin” di. Yani Alemlerin Rabbi! Âlemlerin Rabbi olan Allah da elbette hiç kimseyi ve topluluğu üstün tutamazdı. Çünkü O herkesin Rabbi’ydi. “Üstünlük de ancak takvadaydı”… Türklüğün takvası da, “değerler manzumesinin yaşatılması,  milli ahlakın yükseltilmesi ve imanın kavilleştirilmesiydi”…

Biz Türk Milliyetçileri de Türk Milletini iki cihanda aziz görmekten başka bir inanca sahip değildik. Dünyada güçlü bir devlet ve millet ülküsünün peşinden koşuyorduk. Bu da ancak birliğini ve dirliğini muhafaza etmiş, üretimde birleşmiş ve iç cephesini daima dinamik tutmuş bir Türkiye ile mümkündü.

Ahrette de öyle… Temiz insanlardan müteşekkil bir millet… İnsanlık görevlerini yerine getirmiş bir “eşref-i mahlûk” bütünü… Kut ve Töre’den hayat bulan, şuurlu iman sahiplerinden oluşmuş bir millet olarak Huzur-u İlahi’ye çıkmak istiyorduk. Hepsi bu.

Elbette Türk Milliyetçilerinin “Nizam-ı Alem ve İlay-ı Kelimetullah” diye cihanşümul bir mefkuresi de vardı. Olmalıydı.

Çünkü insanlığın Türk’ün getireceği bir dünya düzenine ihtiyacı vardı. Şimdi bu çok daha iyi anlaşılıyor ama o günlerde zor anlatıyorduk bunları.

Netice de biz haklı çıktık…

Artık Türkiye bölgesinde lider, dünyada da sözü geçen bir ülke…

Dahası Türkiye büyüyüp Turan adımlarını atıyor. Türk Dünyası ile olgunlaştırılan yüksek seviyeli işbirliği yapılanması yani “Türk Devletleri Teşkilatı” nihayetinde yeryüzünde yaşayan bütün Türklerin kazancı, işi, aşı ve güvencesi olacaktır…

***

Gelelim Bozkurt Sembolümüze…

Bizim o günlerde tartıştığımız arkadaşlar Peygamber Efendimizin taktığı lakaplarla “Hazreti Ali Efendimize Allah’ın Arslanı”, Ebu Hureyre’ye de “Kedilerin Babası” diyorlardı, diyorlardı lakin Türk ile Bozkurt’ u bir türlü anlayıp kabullenemiyorlardı. Komiktiler, hem de çok komiktiler…

***

Yıllar geçti…

“Yeryüzünün en meşru ve en haklı davası Türk Milliyetçiliği Davası” şimdi sadece devletimizi değil insanlarımızı da geleceğimizi de şekillendiriyor.

Şimdilerde “Kızıl Elma”, “Türklük” “Bozkurt”, “Kaan”, “Han”, “Alpaslan” “Göktürk”, “Türk Birliği”, “Türk Devletleri”, “Turan” gibi daha birçok bize özgü mefhum ve isim dillerden, gönüllerden ve fikirlerden yükseliyor. Elleriyle Bozkurt işareti yapıyor, bozkurt gördüğünde neredeyse cezbeye kapılıyor.

Şükürler olsun.

***

Bu günleri gerçeğe çeviren Liderimiz Devlet Bahçeli Beyefendi’nin veciz bir şekilde ifade ettikleri gibi; “Tarih düş görenlerin mülküdür”…

Bize o düşleri gösteren, o büyük hayalleri kurdurup ve o hayallerin peşinden gitmemizi sağlayan bütün Türk Milliyetçilerini, Atatürk’ü, Başbuğ Türkeş’i, şehitlerimizi, gazilerimizi ve emeği geçen herkesi dualarla anıyorum.

Ve liderimiz Devlet Bahçeli Beyefendiye bir Türk Milliyetçisi olarak şükranlarımı sunuyorum.

Nereden nereye getirdi bizi, fikirlerimizi ve hayallerimizi…