Bereket durmamışız.

Atatürk’ün ölümünden tam altı ay sonra ABD ile Türkiye arasında imzalan 1 Nisan 1939 tarihli “Ticaret Antlaşması” tam bir milattır.

Bu antlaşmaya göre gümrüklerde kolaylıklar sağlanacak, biz incir, üzüm ve fındık gibi tarım ürünlerini satabilecekken, ABD ise bize başta ağır sanayi ürünleri olmak üzere her şey satabilecekti.

Cumhuriyet Gazetesi kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi antlaşmanın imzalanmasından hemen ertesi günü tefrika ettiği makalesinde bu mukavele(!) için “Emperyalist ekonomi” atılımı dedi ve karşı çıktı.

Milli Şefimizi ABD’nin etkisi altına gireceğiz diyerek eleştirdi.

Solculuk bu olsa gerek ki CHP’li arkadaşlar İsmet Paşa’nın ABD ile bu derece yakınlık kurmasını nedense bugüne kadar görmezden geldi.

Zira onlara göre İsmet Paşamızın solcu olduğu efsanesi yaşatılmalıydı.

Hâlbuki solcu falan değildi rahmetli. Bildiğin “Tek Adam”dı.

Siz bakmayın şimdi CHP’li arkadaşların solculuk oynadığına, en çok sol partiyi de Atatürk ile İsmet Paşamız kapatmıştı. Hatta bazı sosyalist ve komünistlere de cezai müeyyideleri bizzat kendisi verdirmişti.

Neyse o konuyu bırakıp bu antlaşmanın sonrasına gelelim…

İttihatçı Kara Kemal’den bu yana kurulmak istenen milli ekonomi ve Sarı Kemal sayesinde tırmanışa geçen üretime dayalı milli ekonominin kademe kademe iflasıydı bu muahede.

Kapanan uçak fabrikaları, benzini konmayan yerli araba girişimleri, her alanda sekteye uğratılan ağır sanayi çalışmaları, ekilmeyen ve üretilmeyen tarım ürünleri esasen hep bu antlaşmanın sonucuydu.

“Sen yat ben yapayım, sen uyu ben satayım”

MECBUR MUYDUK?

Tarihi olayları çıplak gözle ve şimdiki zaman çekimiyle yorumlamak elbette büyük yanlıştır.

Düşünsenize o dönemi… Krupiyeler yeni kartları dağıtmak üzere…

İkinci cihan harbinin kaçınılmaz olduğunu bizzat Atatürk’ten öğrenen İsmet Paşa Türkiye’yi nerede konumlandıracaktı?

Atatürk gibi bir mürşidi henüz kaybetmiş Türk Devleti şimdi ne yapacaktı?

Dönemin yönetici kadrosu Balkan Savaşını, Trablusgarp Savaşını, 1. Cihan Harbini ve İstiklal Savaşını görmüş;  bu savaşlarda bizzat mücadele etmiş, uzun yıllar ayağına çizmeden başka ayakkabı da giymemişti. Acı üstüne acı yara üstüne yara almışlardı. Üstelik imkânsızlık ve yokluk da cabasıydı hani…

“Dünya sistemi yeniden kurulurken Türkiye o dünyada yerini alabilecek miydi?”

Bulgaristan üzerinden Almanlar, Karadeniz’den Sovyetler ya da Akdeniz tarafından ABD, İngiltere ve Fransa bize saldıracak mıydı?

Bu durumda Milli Şef Türkiye’yi gerçekten koruyacak önlemler almalıydı.

Almalıydı da bu kadar da olur muydu?

Batının içine bu kadar girmek gerekir miydi? Üretmenin her safhasından vazgeçip, başta savunma sanayi ve ağır sanayi olmak üzere tüm istihsalimizi durdurup batıya ram olmak şart mıydı?

***

Ne çare ki olan olmuş, yıllarımız heba, emeklerimiz ve gayretlerimiz de berhava olmuştu.

Bereket durmamışız.

İçimizdeki üretme aşkı ve azmi her zaman yaşatılmış ve en küçük fırsatta kendini göstermişti.

Bilhassa 15 Temmuz’dan sonra devletimizin milletimiz ile birlikte Lider Devlet Bahçeli iradesiyle silkinmesi, derlenip toplanması ve devletimizin kuruluş kodlarına dönerek “Tam Bağımsızlık” kararlılığını ortaya koyması kaderimizi de değiştirdi.

Devlet Beyin; “Cumhur İttifakı sadece bir siyasi ittifak değildir” ifadelerindeki kuşatıcı mana da işte bu olsa gerek.

Yani Yunus Nadi’nin “Emperyalist ekonomi” dediği 1 Nisan 1939 tarihli ABD Türkiye Ticaret Muahedesinden seksen dört yıl sonra “Cumhur İttifakı” ile çok şey değişti.

TEKNO-MEST

Geçtiğimiz hafta İzmir’de Teknofest coşkusu yaşadık… Mest olduk.

Milli hedeflerimiz gerçeğe dönüşmüştü. Gözümüzle görüyor ve dokunuyorduk.

Ve hepsi bizimdi, BİZİM.

Türk Milleti’nin has evlatları Haluk ve Selçuk Bayraktar kardeşlerden sitayişle bahsetmeyeceğim. Zira onları öven övmüş… Biz dua edelim. Rabbimiz onlara selamet versin. Onların, kadrolarının ve onlar gibi olanların ilmini arttırsın.

Ben esasen onların açtığı yolda ilerleyenlerle gurur duydum. Üniversiteli kardeşlerimle, Türkiye’nin atılımı için seferber olan özel kuruluşlarımızla… Tek başına yapılmayanı yapan “hazerfen”lerle…

Çocuğunun elinden tutup koşa koşa gelen yüzbinlerce anne ve babayla…

Her gün tıkanan yollarda arabasından inip yayan olarak kilometrelerce yol yürüyen Türk evlatlarıyla…

Gözünü istikbalimize dikmiş Atatürk’ün gösterdiği hedefe yürüyen ve her ayrıntıyı inceleyen çocuklarımızla…

Yüzyıllık Cumhuriyetimize gençlik iksiri veren devletimizle ve devletimizin asil evlatlarıyla…

Gurur duydum.

Teknofest, Teknomest olarak İzmir’de iz bıraktı. İzmir’e bu coşku çok yakıştı…

Şükür ki artık biz üretiyoruz, biz üretiyoruz, BİZ ÜRETİYORUZ.