“İbrahim Peygamber gibi

kucağına fırlatıldıkları ateş denizini,

hem kendileri hem de gelecek nesiller için

bir gül bahçesine çeviren Ülkücülere…” (1)

Hep tebessüm, hep tebessüm, hep tebessüm…

Acılar da çekilse üzerine, yine de hep tebessüm... Mahza; mahzun ve mahkûm... Fakat yine de her zaman ümitvâr! Anlatılacak olan bir neslin serencamı ya da bir iman hareketinin mahkûk hikâyesidir…

Şimdilerde destanlara konu olan bu mücadele belki de hiçbir zaman unutulmayacak, nesillerden nesillere aktarılarak bir gün mutlaka gerçeğe dönüşecektir…

Hangi iştiyak ve hangi tecessüs bizi bu yola sevk etmiş olursa olsun, kati olan şudur: Kim tarafından yazılırsa yazılsın, kim tarafından anlatılırsa anlatılsın, bu hikâye, hiçbir zaman tamamlanamayacaktır. Çünkü yaşananların hususiyeti ne tür vasıtalar kullanılmaya çalışılırsa çalışılsın his ve düşünce dünyamızda bile manendini bir daha imkânsız kılmaktadır.

Hin-i hacet!

Devir zulüm devridir. Fikri ve siyasi huveynatın sızmadığı mekân, örselemediği bünye yok gibidir. Rical-i Devletten ziyalılarımıza, kahvehanemizden üniversitemize, şehrimizden köyümüze kadar bütün içtimai bünyemiz sirayet edecek olan hastalığa çaresizce aguşunu açıp beklemektedir.

Batı yine göstermiştir gizlediği korkunç yüzünü. Hangi yönden eserse essin, bu boran tamiri güç ve tedavisi imkânsız yaralar açacaktır.

İsterseniz geride bıraktığımız asrın bu en karmaşık, en hazin bölümüne devrin tozlu sayfalarını karıştırarak, zaman ve mekânın muvakkat halini hatıra istinadında sabit kılıp, o günlere bir göz atalım:

Nihayetinde yollar aşınmayacaktır!

Taarruz edilen bir memleketin sadece toprakları değildir. Bütün yapısı ve mevcudatıyla bir milletin kendisidir. Fikir ve siyaset sahnesinde cereyan eden hadiselerin yegâne gayesi; nizamı zaafa uğratarak vatanı parçalamaktır!

Uğruna her ananın şehit anası, her bedenin yetim kalmaya namzet olduğu mukaddesatımızın örselendiği yıllardır yaşanan...

Önce zararsız görünür kardeş kavgaları ve üniversite eylemleri, zavallı mabeynimiz tarafından. Nihayetinde yollar aşınmayacak, mesele edinilmeyen şeyler de mesele olmayacaktır.

Millet ise mazlumdur, mecruhtur, kendine bir tevhid-i kıble arar durur. Öz evlatları gaddarca saldırır bakir bedenine. Mukavemet etmek şarttır artık… Çünkü dayanılmaz acılar kaplamıştır her yanı...

Ahd-ü peyman ettiler!...

Kocaman bir medeniyetin yetim çocukları... Daha henüz ferdiyetçiliğin kendini tam olarak ortaya koyamadığı, insanlarımızın da hala “biz” diyebildiği- ki o devrin muarızları bile “biz” meselesine dayanmaktaydı- bir zamanda; güllere uzanan elleriyle, güllerle dolan gönülleriyle daha söylenecek çok şey olduğunu haykırdı!

Beyt-ül’mal’ın bu emsalsiz ve paha biçilmez parçası, yani gençliği, yani her şeyi; mekânın kan renkli boyasına aldırmadan, alafranga fikriyata ve içtihata karşı akdem ve akdes olan ne varsa akifi oldu!

Seneler... Seneler... Seneler... Bir yanda çağın yeni yeni lemaat eden nazlı ve çekici yüzü, bütün mukaddesleri tali plana atarak ilerlerken, diğer yanda da devrin değeri çok sonra anlaşılacak olan kahramanlarını yokluklarla, kanla ve imkânsızlıklarla sarıyordu.

Parmaklardan tutun da saç tellerine kadar uzanacak olan bir zulmün dibacesi de diyebiliriz bu günlere. Büyük sevdalar bu zorluklarla girdi gönüllere. Verilen her can yeni doğumların muştusunu getirdi.

Umumiyetle her kesin hayatında “en güzel yıllarım” diyebildiği gençlik yılları; kahramanlarımızın omuzlarında ya acıdan bir madalya ya da darağaçlarında bir sehpaydı...

Ölümün soğuk yüzünü hiç görmeyen, hayatı ise, bir ocak alevi sıcaklığında yaşayan bu gençlik belki de ömrünün hiçbir devrinde bir daha yaşayamayacağı gençlik aşklarını dahi ölümle mübadele etmek zorunda kalıyordu!

Büyük cihat!

Müverrihler kaydını düşmeseler de, tam manası ile insanlığın kendisi ile olan hesaplaşmasını Anadolu yaylasına taşıyan bu savaşın akıbeti er ya da geç bütün insanlığın seyrini değiştirecekti.

Zaman acıyla geçiyordu. İhtilaller ve muhtıralar devri... Zindanların Yusufları, darağaçlarının İbrahimleri bağrına bastığı vakitler... Takvim yapraklarının 70’leri gösterdiği, duvarlarda kana, yüreklerde sızıya tevafuk ettiğimiz yıllar...

Hangi zaviyeden bakarsak bakalım, mukatele yılları milletin tarihinin en zor ve en kötü zamanını işaret eder. Karanlık dehlizlerde ışığı arayanların vuruşması! Işığı avuçlarında tutanları niçin astınız;  neden vurdunuz? Bu sorunun cevabını asla veremeyecek olanlar her daim mahkûm olacak olanlardır!

Atılıp bir daha dönmeyen kahramanlar!

Dinlediğimiz zaman her birimizi dertten derde koyan en hüzünlü şarkılar bile mahpushane yıllarında kahramanlarımızın gönül sızıları kadar sizi etkisi altına alamaz.

Kimse onlar kadar kalın duvarlı, ışıksız ve çile kokan zindanları iyi tanıyamaz. İnsanlık tarihinin tasavvuru en zor aşk öyküsünü kimine göre masallaştıran kimine göre de destanlaştıran bu nesil, mükâfatını hiç beklememiştir.

Gülle dolu gönüllerin, güllere uzanan ellerin top yekûn insanlığa hayatları pahasına verdikleri en büyük hediye, dudaklarından hiçbir zaman eksik olmayan tebessümleri olacaktı…

Birçoğumuz gibi ben de, kahramanlarımızın bazılarını tanıma fırsatını buldum. Bazılarını da kitaplardan okudum. Hepsinin de gözlerinde takılıp kalmışımdır. Hiç ağlamamış, siyah, ela, kahverengi, yeşil ve mavi gözler... Ama hepsi de binlerce hüznü kirpik uçlarından bırakmayacak kadar kuvvetli gözler... Kim bilir, bu gözlerde göremediğim daha neler saklı?

Şimdi mi? Üzerinden hayli zaman akıp geçmiştir. Hayal meyal hatırlanan bir geçmiş... Onların üzerine yazılacak çok şey olduğu aşikârdır fakat hikâyelerinin kimler tarafından okunacağı bir meçhulden ibaret!

Son söz olarak Liderimizin ifade buyurdukları gibi; ''Ülkücüler; bir davanın, şuurla benimsenmiş bir ülkünün, tutkuyla sahiplenilmiş bir iddianın yaşaması ve yaşatılması için candan ve serden vazgeçmeyi göze alan insanlık mucizeleridir.''

1)     Cemil Meriç. Jurnal’den

Mahza: Ancak

Mahkuk: Sert biz zemine kazıyarak yazılan yazı hikâye

İştiyak: Çok istemek

Tecessüs: İç yüzünü öğrenmek için yapılan araştırma-merak isteği

Huveynat: Çok küçük hayvancık-mikrop

Hin-i Hacet: Zor durum

Muvakkat: Geçici-değişken

Mabeyn: Padişahların devlet işlerini gördükleri daire, mabeyn-i hümayun

Mecruh: Yaralı

Ahd-ü peyman: Büyük Yemin

Beyt-ül’mal: Devlet hazinesi

Akdem: Önceliği olan

Akdes: Mukaddes olan

Lemeat: Parıldayan

Dibace: Giriş, sunuş-ön sunum

Mübadele: Takas, değiştirme

Müverrih: Tarihçi, vakai nüvis-olayları kayıt altına alan

Tevafuk: Raslantı

Mukatele: Karşılıklı adam öldürme- içsavaş- kavramı Ziya Gökalp türetmiştir