O karanlık geceden sonra ABD Tavırs’ın kapıları kin, nefret ve ihtiras dolu bir meçhule doğru açılmaya başlamıştı.

Esas Oğlan İmamınoğlu’nun gönlünü başkasına kaptırdığını öğrendiğinden beri Esas Kız Meyral, intikam hesapları yapıyor, hezeyanlarla sağa sola savaş açıyordu.

Evde bulunan herkes şaşkınlık ve korku içerisinde gelinen bu noktayı sorgulamaya başlamıştı. Ne olmuştu da Rabbi Yesir’lerden sonra bu noktaya yani uçurumun kenarına kadar sürüklenmişlerdi?

Artık ABD Tavırs’ta huzur denen bir şey kalmamıştı.

***

Meyral’ın durumu günden güne ağırlaşıyor, kadınlara mahsus kabul edilen Hystêrique’ nin bir üst nevine tutulduğu teşhis ediliyordu. Doktor Tunay Bey’in verdiği hiçbir müsekkin kar etmiyor, etmediği gibi de Meyral hiçbir tedaviye cevap vermiyordu. Gerçi bu hastalıkta ilaçların yerine telkinlerin faydalı ocağı İsviçreli bilim adamları tarafından tespit edilmişti ama Meyral “Evine dön, komşularının yanına gel” telkinlerine de hep karşı çıkıyordu.

O gece son muayeneden çıkan Doktor Tunay Bey elindeki hekimlere mahsus çantası ve gözlerindeki hüzün dolu bakışlarıyla salona girdi. Acı haberi vermek zorundaydı. Odanın sıcaklığından dolayı buğulanan gözlük camlarını peşkirine silerken; “maalesef vakamız artık umut vermiyor, korkarım ki…” diyerek sözünü sürdürecekti ki İmamınoğlu birden bire; “N’ayır, n’olamaz! Eski dost düşman olmaz. Yine aynı masada oturalım, aynı taslardan çorba içelim. Belki o zaman iyileşir” diyerek haykırdı.

Haykırdı ama karşısına hemen Meyral’ın yerinde gözü olan Musa Bey dikildi. Musa Bey ikinci adamdı. Çok iyi bir natık olduğu kadar “Çölde deve gütmesini” de biraz bilirdi. Şu anki gidişat tam da istediği gibi ilerliyordu. Plan bozulmamalı Meyral’dan sonra o koltuğa kendisi oturmalıydı. Hemen söze karıştı; “Yaptıklarınız yetmiyormuş gibi şimdi de bir hastanın aziz hatıralarını kirletmeye mi çalışıyorsunuz kuzum? Bu ne cüret! Biz yolumuza tek başımıza devam edeceğiz.” Diyerek ortamı iyiden iyiye germiş ve kendine mahsus atikliği ile İmamınoğlu’nun önünü kesti…

Salonun içi sanki fırtına öncesi bir sessizliği andırıyordu. Oray Bey bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat neden sonra sustu. Sessiz kalıp olan biteni iyice anlamaya karar verdi. Oray Beyin bu sessizliği belki de sadece Musa Beyin dikkatini çekmişti. Anlaşılan Meyral’dan sonra savaş bu iki adam arasında olacaktı…

Eskiden beri Musa Bey ve Oray Bey’in yıldızları hiç barışmamıştı. Aralarında birkaç defa yakınlaşma olmuş lakin siyasi satranç onları hep karşı karşıya getirmişti. Kaderin cilvesine bakın ki birbirine karşı hiç şah çekmemişti… 

***

O karanlık gecede konuşulanlar kulaktan kulağa ABD Tavırs’ın bütün katlarına hatta odalarına kadar yayılmış, herkes kendi planını devreye sokmuştu. 

Daha sabahında evden birer ikişer ayrılmalar başladı. Her ayrılan da evden aldığı birkaç eşyayı mahallenin eskicilerine veya spotçularına satıyordu. Hatta bir zamanların unutulmaz anılarıyla dolu olan altı kişilik yemek masası bile üç beş kuruşa bir hurdacının tripatörüne yüklenerek Bitpazarına götürülmüştü…

İmamınoğlu apar topar kendi yalısına çekildikten sonra bir taraftan Müstakil Bey ile birlikte ABD Tavırs’ı terk edenleri yalıya yerleştiriyor, diğer taraftan da boşta gibi görünenlere ABD Tavırs’ı taşlatıyordu…

Meyral bütün bu olup bitenler karşısında acılarını unutmak için il il geziyor. Bazen orada bazen burada birilerinin elini havaya kaldırıyor ve imkânsız hülyalara dalıyordu. Belki de bu sayede acılarını unutmak istiyordu…

Musa Bey ise uzunca bir süredir hususi “İçtimai Neşriyatından” üleşim yapmıyor, kendini gizleyerek “çölde durum değerlendirmesine” yapıyordu.

Oray Bey hala dikkatli, Doktor Tunay Bey ise tüh-vahlara karışmıştı…  ABD Tavırs’ı erken terk ettiğine de en fazla Ağırağbi yanıyordu…

-Birinci bölümün sonu-

Not: “ABD Tavırs’ın bu karanlık ve puslu gecesini anlattığımız dizimizdeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür.”